SATRANÇ
Şah, mat, fil, vezir ve diğerleri… İşte Mirko Czentovic’in hayatı tamamen bundan ibaretti. Küçük yaşta anne ve babasını kaybetmiş, iyi yürekli bir rahip tarafından koruma altına alınmıştı. Mirko, yaşıtlarının aksine oldukça içine kapanık ve sakin bir çocuktu. İnsanların onun zekâsından şüphe etmesine sebep olacak kadar tepkisizdi. Satranç taşlarıyla tanıştıktan sonra da bu sessiz çocuktan bir dünya şampiyonu çıktı ortaya.
New York’tan Buenos Aires’e gitmek üzere olan bir yolcu gemisinin güvertesindeki bir grup satranç oyuncusuyla başlar öykü. Milyoner bir adam, gemide bir satranç dünya şampiyonu olduğunu duyar ve ona tek bir el oyun oynamayı teklif eder. Mirko teklifi kabul eder ancak beklenmeyen bir şey gerçekleşir. Davetsiz bir misafir oyuna müdahale eder ve oyunun seyri değişir.
Bu yabancının hapsedildiği hiçlik, bir anda imkânsızlıktan ortaya çıkan satranç tutkusu, neredeyse delilik noktasına eriştiği düşünceleriyle birlikte karakterlerin içine düştüğü buhranlar gün yüzüne çıkar. İçinde bulundukları gelgitler, huzursuzluklar ve zıtlıklar arasında var olmaya çalışan karakterlere
eşlik etmeye hazır mısınız?
BİR KADININ YAŞAMINDAN 24 SAAT
Bir Kadının Yaşamından 24 Saat, görünürde sadece yirmi dört saati içeren ama aslında içinde bir ömür saklayan; aşkı, tutkuyu ve hatta ihaneti barındıran bir öyküdür.
Tatil için gidilen bir otelde, bir adamın veryansınlarıyla başlar öykü. Adamın karısı ortadan kaybolmuştur.
Başına ne geldiğini ise o anda bilen yoktur.
Ancak sonradan anlaşılır ki kadın, genç bir adamla kaçmıştır. Olayın aydınlanmasıyla birlikte ise çatlak sesler çıkmaya başlar. Kimi kadını korurken kimisi de acımasızca eleştirir.
İlk başta sakinlikle olayları dinleyen Bayan C., nihayetinde dayanamaz ve yıllardır içinde sakladığı kendi öyküsünü anlatmak ister. Hayal kırıklıkları, aldanışları ve hatta aldatışları üzerinden yıllar geçse de o an, ilk günkü gibi tazedir hafızasında.
Tüm bu anıları ondan dinlemeye hazır mısınız?
TOMRİS'ÇE
Bu kaçıncı bilemediğin, anlamadığın, görmezlikten gelip,
sağır olduğun haykırışlarımla dolu bir gece.
Bir tepeden denize bakmak gibi seninki.
Ne gerçek rengini görürsün suyun,
ne sıcağını soğuğunu bilirsin ne de içinde barınanları.
Hep o mesafeden baktın bana. Ben de köpürdükçe dalgalandım, dalgalarımla sana doğru ilerledim, yakınlaştım.
İlerlediğim kuvvette, yakınlaştığım yol,
mesafe kadar da kendime geri çekildim her zaman.
Meddücezirmiş seninle aşkın içeriği.
Tutkuyla tutulan bedenlerin, ruh ile esir olmasıdır aşk.
Esirin olmak şerefi ile emrine amadeydim aşk.
SAKAR ŞAKİR 4-YALANCININ MUMU YANMAZ
Benim için hiç fark etmez. Her ortamda
tatilimi eğlenceli hale getirebilirim.
Tabi Şadi ya da Şule yüzünden başım belaya girmemişse ve sakarlığım üzerimde değilse!
Ne yalan söyleyeyim bu konu
uzmanlık alanlarımdan biri değil.
Çünkü benim Pinokyo burnum var.
Yalan söylediğimde burnum kızarıyor.
SAKAR ŞAKİR 3-RÜZGAR EKEN FIRTINA BİÇER
Zaten başıma ne geldiyse bilim adamı olma merakımdan geldi. Bir keresinde elektriğin varlığını arkadaşlarıma kanıtlamak için kedileri birbirine sürterek tüylerini diken diken yapmaya bile çalışmıştım.
Bilim adamı olmak için illa Stephan Hawking gibi Galileo’dan sonra doğup Einstein’ın doğduğu güne kadar çalışmanıza gerek yok. Biraz çılgınlık biraz merak… Fırtına için zamana bırak.
AHMED ARİF-TERKETMEDİ SEVDAN BENİ
Asıl adım Ahmed Önal. Ahmed Arif olarak bilinirim. Yaşamım boyunca hakkı aradım; ezilen ve güçsüzün yanında durdum. Memleketlilerim sömürülmesin, memleketlilerim kullanılmasın, memleketlilerim ölmesin diye konuştum. Eşitlik için yazdım, eşitlik için söyledim, eşitlik için dayak yedim, eşitlik için sövdüm. O günleri görmeyeceğimi
bilsem de birilerine o günleri göstermek için öldüm.
“…Gözlerinden, burnunun üst dudağına düşen fark edilmez incecik gölgesinden öperim canım.
Öperim ömrüm. Yaşşa!..”
“…Daima düşünmekle ve daima da aynı şeyi düşünmekle
insan aşkın bir fikri işgal olduğunu kabul ediyor…”
“…Düşün ki hayatta tek başımayım ve sen istersen hayatıma senden başka hiçbir kimse giremez…”
HERKES ÖLDÜRÜR SEVDİĞİNİ-TUNCEL KURTİZ
“Başka bir yol var mı? Başka bir düşünce, başka
bir hissiyat, başka bir felsefe var mı dünyayı bir bahçe haline getirebilecek? İnsanoğlunun insanca yaşamasını, köleliğin kalkmasını, ırkçılığın kalmamasını öven bir yol var mı?
Bir hayal dünyasında yaşıyorum belki ama ona inanıyorum.
Bir gün gerçekleşecek…”
“Edremit Ortaokulundayım… On beş yaşındayım…
Yıl 1951. Kapatılmış olan Halkevi Kütüphanesi babamın emrinde. Bütün klasikler orada. Tolstoy, Dostoyevski, Zoşçenko okuyorum ki, nasıl okuyorum! Futbol oynuyorum. Koşuyorum. Ve öyküler yazıyorum. Ben, artık
genç öykü yazarı Tuncel Kurtiz’im!”
YILMAZ GÜNEY-ÇİRKİN KRAL
“…Ben kimsenin canını yakmadım,
onlar benim ateş olduğumu bile bile geldiler…”
“Babamı sevmem,” dedikçe anasını daha bir seviyordu belki de… Ne kadar hırçın olursa olsun, ne kadar sert ve bitirim olursa olsun ve şu koca ülke için “Çirkin Kral” namıyla ne kadar ulaşılmaz olursa olsun, anasının dizleri dibinde, kolları altında
kara kuru bir oğlandır, Yılmaz Güney...
“Çocukluğumda portakal yiyemediğim günler olmuştu. Bugün bana Altın Portakal veriyorlar.
Şimdi portakalın altınına sahibim.
Nasıl gurur duymayayım? Çocukken altın portakal değil, bildiğimiz portakalı bile alacak param yoktu…”
AHMET KAYA-KENDİNE İYİ BAK
Öteki olmanın, ayrıksı durmanın, çaresizliğin ve tutunamayanların, “bebeği ağlayanların ve acılara tutunanların” kanayan yaralarını anlattı.
Kadınların, işçilerin, öğrencilerin, çocukların, mahpus damlarında ve dışarıda esaret altında olanların, sevgiyi emek bilenlerin ve bilcümle mağdurların şarkısı, düşsüz bırakılanların düşüydü o.
Herkesin sustuğu bir zamanda, “Başkaldırıyorum!” diyebilendi o.
O, ne kayıp çocuklarını arayan Cumartesi Anneleri’ni yalnız bıraktı ne de İslamcı öğrencilerin başörtüsü mağduriyetine sessiz kaldı. Ne memleketin kibirli ve münevver solcuları onu anladı ne de sağcısı, İslamcısı…
“Ben, klasik bir kadere teslim olmak istemiyor ve öldükten sonra değil, şimdi anlaşılmak istiyorum.”
DELİKANLIM İYİ BAK YILDIZLARA-DENİZ GEZMİŞ
Delikanlım!
İyi bak yıldızlara, onları belki bir daha göremezsin...
Belki bir daha yıldızların ışığında kollarını
ufuklar gibi açıp geremezsin...
Delikanlım! Senin kafanın içi yıldızlı karanlıklar kadar
güzel, korkunç, kudretli ve iyidir.
Yıldızlar ve senin kafan kâinatın en mükemmel şeyidir.
Delikanlım! Sen ki, ya bir köşebaşında
kan sızarak kaşından gebereceksin ya da bir darağacında
can vereceksin. İyi bak yıldızlara, onları göremezsin bir daha.
Delikanlım! Belki beni anladın belki anlamadın. Kesiyorum sözümü.
Sevmek mükemmel iş, delikanlım. Sev bakalım...
Madem ki kafanda ışıklı bir gece var, benden izin sana,
sev sevebildiğin kadar...
Nâzım Hikmet
Baba... O gün senin nizamiyeden yolladığın pusulayı aldım.
Aslında endişelenmen için bir sebep yok. Burada tahmin edemeyeceğin kadar rahatız. Şimdi güneşe de çıkıyoruz. Sekiz arkadaş bir arada kalıyoruz. Yemekler ise çok iyi. Bu nedenden masrafımız çok az oluyor.
Yakında mahkemeye çıkacağız. Ben durumu iyi görüyorum.
Gazetelerde falan yazıldığı gibi değil.
İdam falan verecekleri yok. Ziyaret serbest olunca
sana haber vereceğim.
Anama, ağabeyime ve Hamdi’ye selam...
(Deniz Gezmiş- 28 Haziran 1971/ Mamak)
KUSURSUZ HATALAR
Babam beni sevseydi, her şey bambaşka olabilirdi.
Gözlerim daha umutlu bakabilirdi dünyaya.
İnsanları daha çok sevebilirdim.
Bir erkeği daha şefkatle okşayabilirdim.
Yüzüme yerleşen sert ve donuk ifade, yerini daha sevecen
bir ifadeye bırakırdı. Denizler daha mavi görünür,
gökyüzüne daha sıklıkla bakardım.
Ayaklarımın yere ne kadar sağlam bastığıyla
ilgilendiğim zamanları, çiçek büyütmekle harcardım.
Tek başınalığımın krallığına birini alırken
bu kadar fazla düşünmezdim. Kaç yaşına gelirsem geleyim,
hep eksik hissetmezdim. Ne kadar sevilirsem sevileyim,
göğüs boşluğumdaki açlık hissiyle hep daha fazlasını istemezdim. Babam beni sevseydi eğer, sırtımı ona yaslayıp dinlenebilirdim.
Ölüme koşan atlar gibi durmadan koşarak
harcamazdım hayatımı. Babam beni sevseydi,
belki masal okurdu bana. Belki masallara inanarak büyür ve
kendi masalımı yaratacak gücü bulurdum kendimde.
İşte o zaman, hayatın gerçekleri belki bu kadar acıtmazdı.
Babam beni sevseydi, insanları silerken birkaç defa düşünürdüm. Kimseye eyvallahı olmayan bir edayla, göstermelik bir dik duruşla hayata kafa tutmazdım. Güçlü rolü yaparken,
yanlışlıkla güçlü olmazdım. Babam beni sevseydi,
kendimi sevmek için hayatımın yarısını harcamazdım.
Babam beni sevseydi, her şeye rağmen onun elini tutar
ve onunla iblislerin arasına bile dalardım.
Çünkü babasının sevdiği bir kız çocuğu,
babasının elini en tenha karanlıklarda bile bırakmaz.
SHERLOCK HOLMES-BÖCEK AVCISI
Dr. Watson, mesleğinin henüz başlarındadır ve kendine yeni bir iş arayışı içerisindeyken gazetede bir ilan görür. Bir tıp personeli arıyorlardır, birkaç günlük bir iştir bu ve en önemlisi bu personelin böcek uzmanı olması gerekmektedir. Watson bu iş için biçilmiş kaftandır.
İşe alındığında işvereniyle birlikte, böcek toplama çantasıyla bir yolculuğa çıkar. Ancak gittiği yerde yaşadıklarını son derece garipser. Kendisinden tam olarak ne beklendiğini anlamaya çalışırken gece vakti önce bir ses duyar. Sonrasında odaya elinde çekiçle birinin girdiğini fark eder.
Sherlock Holmes özgün tarzı, keskin zekâsı ve mantıklı çıkarımlarıyla birlikte en çözülmez görünen vakaları bile çözümleyen, dünyanın en ünlü dedektifidir. Piposu, pötikareli şapkası, büyüteci ve yanında en yakın arkadaşı olan Dr. Watson’la birlikte maceradan maceraya koşarlar.
Arthur Conan Doyle’un yarattığı efsane karakter Sherlock Holmes, ilk kez The Strand dergisinde yayımlanmış ve o günden bugüne dek popülerliğini artırarak devam ettirmiş, tüm zamanların en iyi 100 polisiye kitabı arasındaki yerini almıştır.
SHERLOCK HOLMES-KANIT PEŞİNDE
Bir sabah Bayan Morstan kapıdan emin adımlarla içeri girer. Elbisesinin rengi solmuş, sade ve basit bir görünümü olmasına rağmen kendine öz güveni yadsınamaz. Çok uzatmadan konuya girer: Babası kayıptır!
Babası Hint alayında bir subaydır ve yıllık izninde kızını Langham Oteli’ne çağırır. Kızı hevesle otele geldiğinde babasına ulaşamaz. Valizleri odasındayken kendisi kayıptır. Gazeteye ilan verilir, polise başvurulur ancak bir sonuç alınamaz. Bu noktada Sherlock Holmes’tan yardım ister.
Sherlock Holmes özgün tarzı, keskin zekâsı ve mantıklı çıkarımlarıyla birlikte en çözülmez görünen vakaları bile çözümleyen, dünyanın en ünlü dedektifidir. Piposu, pötikareli şapkası, büyüteci ve yanında en yakın arkadaşı olan Dr. Watson’la birlikte maceradan maceraya koşarlar.
Arthur Conan Doyle’un yarattığı efsane karakter Sherlock Holmes, ilk kez The Strand dergisinde yayımlanmış ve o günden bugüne dek popülerliğini artırarak devam ettirmiş, tüm zamanların en iyi 100 polisiye kitabı arasındaki yerini almıştır.
SHERLOCK HOLMES-ÜÇ ÇATILI EV
Dr. Watson, dostu Sherlock Holmes’u üç gündür görmemiştir ve onu ziyareti sırasında odaya neredeyse bir boğa kadar kızgın bir adam girer. Hangisinin Sherlock Holmes olduğunu sorar. Ve ardından tehdit edici bir ses tonuyla peşinde olduğu vakayla ilgilenmemesi gerektiğini, aksi takdirde onu karşısında bulacağını söyler. Adam daha odadan çıkmadan Holmes, bir barın önünde öldürülen Perkins’in ismini söyler ve bu iri yarı adam duyduğu isimle donup kalır. Bu olayla ilgisinin olmadığını söyler ve konuşmanın devamını dinlemek istemez, odayı terk eder.
Sherlock Holmes ve Dr. Watson, öldürülen genç, bu iri yarı adam ve bu tehdidin peşine düşer.
Sherlock Holmes özgün tarzı, keskin zekâsı ve mantıklı çıkarımlarıyla birlikte en çözülmez görünen vakaları bile çözümleyen, dünyanın en ünlü dedektifidir. Piposu, pötikareli şapkası, büyüteci ve yanında en yakın arkadaşı olan Dr. Watson’la birlikte maceradan maceraya koşarlar.
Arthur Conan Doyle’un yarattığı efsane karakter Sherlock Holmes, ilk kez The Strand dergisinde yayımlanmış ve o günden bugüne dek popülerliğini artırarak devam ettirmiş, tüm zamanların en iyi 100 polisiye kitabı arasındaki yerini almıştır.
SHERLOCK HOLMES-ÜÇ ÖĞRENCİNİN HİKAYESİ
O sıralar, Sherlock Holmes eski İngiliz sözleşmeleriyle ilgili yorucu bir çalışma yürütüyordur ancak üniversiteden bir öğretim üyesi ondan yardım ister. Polise başvuramamıştır çünkü işin ucunda tüm okulun itibarını kaybetmesi söz konusudur.
Öğretim üyesi, bir burs için Yunancadan tercüme edilecek bir sınav metni hazırlar. Bir hata olmaması için de tekrar kontrol ederken aklına davetli olduğu çay gelir. Sınav kâğıtlarını odasında bırakır ve kapıyı kilitleyip çıkar. Geri döndüğünde odanın kapısında bir anahtar vardır ve odasındaki tüm evraklar karıştırılmıştır. Sınav süresine de çok az kalmışken ve tüm sorular basılmışken soruların çalınıp çalınmadığından emin olamaz. Sınavı iptal edip etmemesi gerektiğini bilemez, bunu okul yönetimine nasıl açıklayacağını da bilemediğinden Sherlock Holmes’tan yardım ister.
Sherlock Holmes özgün tarzı, keskin zekâsı ve mantıklı çıkarımlarıyla birlikte en çözülmez görünen vakaları bile çözümleyen, dünyanın en ünlü dedektifidir. Piposu, pötikareli şapkası, büyüteci ve yanında en yakın arkadaşı olan Dr. Watson’la birlikte maceradan maceraya koşarlar.
Arthur Conan Doyle’un yarattığı efsane karakter Sherlock Holmes, ilk kez The Strand dergisinde yayımlanmış ve o günden bugüne dek popülerliğini artırarak devam ettirmiş, tüm zamanların en iyi 100 polisiye kitabı arasındaki yerini almıştır.
SHERLOCK HOLMES-BİSİKLETLİ TAKİP
Ünlü dedektif Sherlock Holmes ve Dr. Watson, son dönemlerin en yoğun anlarını yaşıyordur. Uzun yıllardır kamuoyuna yansıyan bütün olaylarda ona başvurulmuş olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Ancak tüm yoğunluklarına rağmen bu uzun boylu, zarif ve prensesler kadar güzel kadının ricasını kıramazlar.
Bayan Violet bir müzik öğretmenidir ve bir evde özel ders vermektedir. Ancak ev sahibinin bir arkadaşından aldığı evlilik teklifiyle sıkıntılı bir süreç başlar. Çünkü zaten bir sevgilisi vardır ve adamı reddeder. Sonrasında da sürekli kullandığı yolda bir gariplik fark eder. Kendisini takip eden bisikletli bir adam vardır. Öncesinde önemsemez ancak bu durum tekrarlandığında endişelenir ve soluğu Sherlock Holmes’un yanında alır.
Sherlock Holmes özgün tarzı, keskin zekâsı ve mantıklı çıkarımlarıyla birlikte en çözülmez görünen vakaları bile çözümleyen, dünyanın en ünlü dedektifidir. Piposu, pötikareli şapkası, büyüteci ve yanında en yakın arkadaşı olan Dr. Watson’la birlikte maceradan maceraya koşarlar.
Arthur Conan Doyle’un yarattığı efsane karakter Sherlock Holmes, ilk kez The Strand dergisinde yayımlanmış ve o günden bugüne dek popülerliğini artırarak devam ettirmiş, tüm zamanların en iyi 100 polisiye kitabı arasındaki yerini almıştır.
SHERLOCK HOLMES-BORSACI KATİBİ
Bir haziran akşamı Sherlock Holmes, Dr. Watson’ın kapısını çalar. Peşine düşmeleri gereken yeni bir olay vardır. Bu kez onlardan yardım isteyen, yakın zamanda işten çıkarılmış olan borsacı kâtibi Bay Pycroft’tır.
Kaldığı pansiyona kendisiyle görüşmek isteyen bir mali danışman kartvizit gönderir. Bu görüşmede Bay Pycroft iyi bir iş teklifi alır ve hemen kabul eder. Ancak iş ortamı beklediği gibi değildir. Küçücük eski bir odada, adlandıramadığı tuhaflıklar yaşanmaktadır. Gerçekleşen olayları çözebilmek içinse yardıma ihtiyacı vardır.
Sherlock Holmes özgün tarzı, keskin zekâsı ve mantıklı çıkarımlarıyla birlikte en çözülmez görünen vakaları bile çözümleyen, dünyanın en ünlü dedektifidir. Piposu, pötikareli şapkası, büyüteci ve yanında en yakın arkadaşı olan Dr. Watson’la birlikte maceradan maceraya koşarlar.
Arthur Conan Doyle’un yarattığı efsane karakter Sherlock Holmes, ilk kez The Strand dergisinde yayımlanmış ve o günden bugüne dek popülerliğini artırarak devam ettirmiş, tüm zamanların en iyi 100 polisiye kitabı arasındaki yerini almıştır.
SHERLOCK HOLMES-GÜMÜŞ ŞİMŞEK
Bir sabah Sherlock Holmes ve Dr. Watson kahvaltı sırasındayken aniden Dartmoor’a gitmeleri gerekir. Wessex Kupası’nın favori atı ortadan kaybolmuş ve terbiyecisi John Straker öldürülmüştür. Olay basına yansımış ancak suçlu ya da suçlular bulunamamıştır.
Olay oldukça karmaşık, alışılmışın dışındadır. Kuzey Dartmoor küçük bir yerdir ve daha önce bu tarz bir vaka yaşanmamıştır. Vaka ile ilgili bir ipucu bulunamayınca hem atın sahibi Albay Ross hem de vakaya bakan Müfettiş Gregory, Sherlock Holmes’tan yardım ister.
Sherlock Holmes özgün tarzı, keskin zekâsı ve mantıklı çıkarımlarıyla birlikte en çözülmez görünen vakaları bile çözümleyen, dünyanın en ünlü dedektifidir. Piposu, pötikareli şapkası, büyüteci ve yanında en yakın arkadaşı olan Dr. Watson’la birlikte maceradan maceraya koşarlar.
Arthur Conan Doyle’un yarattığı efsane karakter Sherlock Holmes, ilk kez The Strand dergisinde yayımlanmış ve o günden bugüne dek popülerliğini artırarak devam ettirmiş, tüm zamanların en iyi 100 polisiye kitabı arasındaki yerini almıştır.
SHERLOCK HOLMES-MAVİ YAKUT
Noel’den iki gün sonra Dr. Watson, arkadaşı Sherlock Holmes’u ziyaret etmeye karar verir. Onu, yeni vakayla ilgili ipuçlarını değerlendirirken bulur ve hemen ona eşlik eder. Dostunun üzerinde durduğu vaka şöyle meydana gelmiştir:
Bay Peterson, bir gece bir kavgaya şahit olur ve kavga sonunda olay yerinde bir şapka ve bir kaz bulur. Kazın ayağında bir isim yazılıdır ancak yörede aynı isimli pek çok insan vardır. O da kazın ve şapkanın sahibini bulması konusunda yardım etmesi için Holmes’un kapısını çalar. İşin ilginç kısmı ise kazın içerisinde bulunan mavi bir yakuttur.
Sherlock Holmes özgün tarzı, keskin zekâsı ve mantıklı çıkarımlarıyla birlikte en çözülmez görünen vakaları bile çözümleyen, dünyanın en ünlü dedektifidir. Piposu, pötikareli şapkası, büyüteci ve yanında en yakın arkadaşı olan Dr. Watson’la birlikte maceradan maceraya koşarlar.
Arthur Conan Doyle’un yarattığı efsane karakter Sherlock Holmes, ilk kez The Strand dergisinde yayımlanmış ve o günden bugüne dek popülerliğini artırarak devam ettirmiş, tüm zamanların en iyi 100 polisiye kitabı arasındaki yerini almıştır.
SHERLOCK HOLMES-BEŞ PORTAKAL ÇEKİRDEĞİ
Fırtınalı bir akşamda Sherlock Holmes’un kapısına iyi giyimli, yirmili yaşlarda bir adam gelir. Adam, amcasına bir mektup geldiğinden ve içinden beş portakal çekirdeği çıktığından bahseder. Ve bu çekirdekler ölüm anlamı taşır, dediğinde, Holmes ve Watson çözülmesi gereken bir olayın daha peşine düşer.
Sherlock Holmes özgün tarzı, keskin zekâsı ve mantıklı çıkarımlarıyla birlikte en çözülmez görünen vakaları bile çözümleyen, dünyanın en ünlü dedektifidir. Piposu, pötikareli şapkası, büyüteci ve yanında en yakın arkadaşı olan Dr. Watson’la birlikte maceradan maceraya koşarlar.
Arthur Conan Doyle’un yarattığı efsane karakter Sherlock Holmes, ilk kez The Strand dergisinde yayımlanmış ve o günden bugüne dek popülerliğini artırarak devam ettirmiş, tüm zamanların en iyi 100 polisiye kitabı arasındaki yerini almıştır.
SHERLOCK HOLMES-KIZIL SAÇLILAR KULÜBÜ
Bir sonbahar mevsiminde Dr. Watson, Sherlock Holmes’u ziyaret eder. Onu kızıl saçlı bir adamla konuşurken görür ve Holmes’un isteğiyle hemen yanlarına oturur. Bu kez dostundan yardım isteyen kızıl saçlı bir rehincidir.
Bay Wilson, gazetede bir iş ilanı görür. İyi bir ücret verilecektir ama tek şart kızıl saçlı olmaktır. Kulübün tek şartı budur. Görüşmeye giden Wilson, işe alınır. İş tanımı da en az ilan kadar ilginçtir. Her gün 4 saat boyunca kulüpte kalacak ve Britannica Ansiklopedisi’nin kopyasını çıkaracaktır. Sekiz hafta boyunca çalışır ancak bir anda kulübü kapatılmış bulur ve aklındaki soru işaretleri yeniden canlanır. İşin sırrını çözmesi için de Holmes’tan yardım ister.
Sherlock Holmes özgün tarzı, keskin zekâsı ve mantıklı çıkarımlarıyla birlikte en çözülmez görünen vakaları bile çözümleyen, dünyanın en ünlü dedektifidir. Piposu, pötikareli şapkası, büyüteci ve yanında en yakın arkadaşı olan Dr. Watson’la birlikte maceradan maceraya koşarlar.
Arthur Conan Doyle’un yarattığı efsane karakter Sherlock Holmes, ilk kez The Strand dergisinde yayımlanmış ve o günden bugüne dek popülerliğini artırarak devam ettirmiş, tüm zamanların en iyi 100 polisiye kitabı arasındaki yerini almıştır.
FİL TYKE OLMAK
Tyke henüz küçücükken ailesinden koparılıp,
sirklerde eğitilmek üzere yuvası olan Afrika’dan kaçırıldı.
Özgürlüğüne ve ailesine çok bağlıydı ama
kaderi onu çok erken esir aldı.
Sevdikleriyle geçirmesi gereken zamanları
sirklerde tutsak olarak tamamladı.
Ona verilen komutları hiçbir zaman dinlemedi.
Dinlemediği için birçok kere dövüldü.
Daha fazla canı yanmasın diye yerlere çöktü.
İnsanlar sadece eğlenmek ve para kazanmak için
bu manzaraları nasıl yaratabildi?
Güzel Tyke daha fazlasını kaldıramadığı için
defalarca sirkten kaçmaya çalıştı. Başaramadı.
Yirmi yaşına geldiğinde öyle bir olay yaşandı ki
Tyke’ı son kere gören herkes,
"Ben size ne yaptım?" diye haykırdığı bakışlarını
yıllar sonra bile asla unutmadı.
BEYNİNİZİ ÖZGÜRLEŞTİRİN
Yıllar önce Darwin evrim teorisini ortaya attığı zaman dünya bilim insanları ile din adamları birbirine girmişti. Günümüzde bile hâlâ aynı tartışmalar sürüp gitmektedir. Bizim işimiz ne bilimi ne de dini sorgulamak, iki olgu da insanlığın vazgeçilmezleri arasındadır. Yalnız kim olursa olsun, ne yaparsa yapsın bir gerçek var ki işleyen organlarımız gelişirken işlemeyen organlarımız günden güne zayıflayıp işlevlerini kaybetmektedir. Bunun için her organımızı eşit oranda kullanalım hatta uzmanlara göre ara sıra sol elimizle yazı yazalım. Böylece beynimiz durağanlıktan çıkıp kendi kendine işlemeye çalışıyormuş. Ben denemedim ama bana ussal geldi.
Şuna inanmaktayım; çalışmayan, hareket etmeyen bünyeler çabuk yaşlanır, kilo alır çabucak aramızdan ayrılırlar. Bunun için çalışmaktan, hareketten, egzersizden hiç vazgeçmeyelim.
Bütün organlarımızı çalıştıralım.
YARIN ÇOK GEÇ OLABİLİR
İnsanlar hayalleriyle büyür, hayallerinin gerçekliliği ile yaşamına yön verir. Hayal olmasaydı insanlığın hangi gelişmesi olabilirdi ki? İnsan düşüncesinin, hayalinin sınırı yoktur. En olmaz denilen buluşun arkasında mutlaka bir uçuk hayal vardır. Zaten dünyada insanlığın her türlü olgusu engellense bile hayallerin önüne set vurulamaz. İnsanların düşünsel varsıllığı ne kadar fazlaysa elde edilen gelişmişlik de o kadar farklılık gösterir. Zaten insan düş kurabildiği sürece varsıldır. Umutludur, mutludur. Düşünsenize hayallerin olmadığı bir dünyayı, ne çekilmez olurdu. Dil derneğinin hazırladığı Türkçe Sözlük’te hayal, düş maddesi şöyle tanımlanmakta;“Zihinde tasarlanan, canlandırılan ve gerçekleşmesi özlenen şey.” Siz tasarlayın, düşünün sonra da gerçekleşmesi için eyleme geçin ama hiçbir zaman engellemeyin. Çünkü hayalsiz bir dünya karanlık bir geleceği göstermektedir. Hayallerinizi ertelemeyin.
FARKLI BAK FARKLI GÖR
Evet Türkçemizde güzel bir söz vardır. “Bakmakla görmek...” diye. Elbette gözleri gören her canlı baktığı yerde bir şeyler mutlaka görür. Ama önemli olan baktığı yerdeki ayrıntıyı görmektir. Konsantrasyon yoğunlaşma ile baktığımız objedeki her türlü olguyu görebiliriz. Çünkü görmek başlı başına bir ayrıcalıktır. Zaten insanları diğerlerinden ayıran olgu baktığı objenin görünmesi gereken özelliklerini görmesidir. Şurası da bir gerçek ki insan neyi görmek isterse onu görür. Bunu sakın unutmayın.
Yani yüreğimizle ne görmek istersek gözümüz beynimize onun sinyallerini gönderir. Ben bunun için yüreğimle hep güzeli, olumluyu, umutluyu, sağlıklıyı, sevgiyi, saygıyı görmek isterim. Böyle olduğu için de gözlerim hep onları görür. Değer mi şu kısacık ömürde olumsuzu, kötüyü, sağlıksızı, umutsuzu, kirliyi görmeye? Bu kesinlikle bir kendini aldatma değildir. Sadece bir bakış açısıdır. Yeter ki siz bakmayı bilin. Görmek arkasından gelecektir. İşte o zaman neyi görmek istersek onu görürüz.
KİRPİ GİBİ BİR ADAM SEVDİM
Kirpi gibi adamlara ve kirpi gibi adamları seven keklik kadınlara,
Nabzımın boşluklarından damarlarıma düşen bir adam tanıdım.
Bazı adamların mayasında bazı kadınları severek öldürmek vardır.
Bazı adamlar silah değil, sevgisini kullanır.
Bazı adamlar o kadar yalnızdır ki, sizin varlığınız,
yıllar boyunca sarılıp annesi bildiği yalnızlığına oluşturulmuş
bir ölüm tehdididir ve sırf bu yüzden sizden kaçarak
yalnızlıklarını korumaya çalışırlar.
Bazı adamların sırtında bir beşik vardır, çocuk yanımızı orada uyuturuz.
Bazı adamların sırtı bir mezardır, ölüm döşeğidir, orada ölü bulunuruz.
Bazı adamlar kirpi gibidir, sırtına yatmanızı ister ama bilmez,
sırtında ne kadar diken varsa hepsi içimizi delip geçer.
Bazı adamlar vardır işte.
Buz gibi bir okyanusun içine daldığınızı sanırsınız,
gözlerinizi bir açarsınız ateşlerin içindesinizdir.
Bazı adamlar vardır, sizi şeytanın meleği sevdiği kadar sever
ama eline geçirdi mi de yakmadan bırakmaz.
Çünkü şeytanın kalbi ateştir, melek gözünü o kalbe dikerse yanmayı göze almış demektir.
BERDEL 2
Sonunu görmediği yolu yürümekten hep korkan bir adamdı
Rezan Şahmaran. Hayal kırıklıklarına uğramaktan hoşlanmayan, insanlara çok sevmediği müddetçe bağlanmayan, sevgisini heba etmeyen bir adamdı.
Zorlu yolların sonunda hayatına bir kadın girdi.
Önünü arkasını düşünmeyi, olanların sonucunu
ölçüp biçmeyi unutturdu ve korkusuzca sona gidebileceğini öğretti o kadın.
Hesapsız kitapsız yürümenin güzel tarafını
bu kadın sayesinde öğrendi. İstemediği, sevmediğini defalarca kez yüzüne vurduğu
kadını bir felaketin sonunda kaybetti.
Kaybetmekten korkan bir âşık olacağı aklının ucundan geçmezdi. Nitekim Rezan Şahmaran’ın kalbi sevdanın yakıcı ateşine yandı. Yandı ve kaybetmekten ölesiye korktu.
Bir zamanlar sevmediği kadına, korkusunu pervasızca haykırdı:
Allah der ki; kimi benden çok seversen onu senden alırım.
Ve ekler: Onsuz yaşayamam deme, seni onsuz da yaşatırım.
Yemin ederim seni benden önce alacak diye
çok sevmekten korkuyorum!
BİR KALP YALNIZLIĞI
Artık özlemiyorum seni.
Olur olmadık zamanlarda aklıma gelmiyorsun mesela.
Gecenin en karanlık saatlerinde, kışın soğuğuna inat
beni terk ettiğin yere gidip hıçkıra hıçkıra ağlamıyorum.
Adının geçtiği cümlelerde duraksamıyorum,
seninle aynı adı taşıyan kişilere karşı ön yargılı bakmıyorum artık.
Hatırlıyor musun? Herhangi bir yazıda senin adın geçince
üstüne kalp çizerdim; artık kalp dahi çizmiyorum.
Merak etme, karalamıyorum da adının geçtiği yerleri.
Çünkü bazı şeyler artık karalamaya bile değmiyor.
Ben bugün biraz yorgunum, biraz hüzünlü, biraz da hissiz.
Şehrimin en ücra köşelerinde başıboş dolanıyorum, kimsesiz.
Yalnızlık acıtmıyor artık beni.
Çünkü sensizliğe alıştığım gibi, yalnızlığa da alıştım.
Alışmak zorundaydım.
Hüzünlü kaldırımlar, akşamüzeri boş sokaklar,
sebepsiz yere terk eden insanlar, gidişine diye kaldırılan kadehler,
hepsi bi’ anlamsız geliyor artık.
Tıpkı senin gidişin gibi.
ASİ ÇAKILTAŞI SET
Şafak tüm ışıklarını yaktı.
Güneş, akşamüstü intihar etti.
İçimde büyüttüğüm kız çocuğunun elini tutup
benden uzaklaşmaya başladığında,
uzun boyu kadar derin bir kuyunun önünde durmuş,
kuyunun dibinde ölmüş güneşin sönmüş cesedini izliyordum.
Beklediği kişi gelmediğinden ölemeyen o insandım;
ölüm döşeği yaşadıklarımdı.
Suya düşen yansımama bakıyordum.
Boğuluyordum, ölmek nedir bilmiyordum.
Yanıyordum, sönmek nedir bilmiyordum.
Diniyordum, bitmek nedir bilmiyordum.
Ne kadar kesilmem gerekiyorsa tam sırasıydı, kesileyim diyordum
ve bir makas usulca kesmeye başlıyordu zamanı.
Zamanın damarındaydım.
Zaman ile birlikte kesiliyordum.
Zaman ile birlikte kanıyordum.
Elini tuttuğu küçüklüğümle dönüp o siyah gözleriyle bana baktı.
Ve acıların bile kurutamadığı damarlarımı,
o kasım gecesi ekmek bezine sarılan bebeğin
siyah gözlerinde gördüklerim kurutmaya başladı.
Görüyordum.
Neyt benim kalbimi taşıyan damardı,
Nabzımdan canıma fısıldıyordu.
“Damar yolumsun.”
DOSTOYEVSKİ 4 KİTAP TAKIM
Dünyaca ünlü yazar Fyodor Dostoyevski’nin en sevilen klasik romanlarından İnsancıklar, Beyaz Geceler, Yeraltından Notlar ve Kumarbaz’ı sizler için bir araya getirdik.
İnsancıklar - Fyodor Dostoyevski
“İnsanın öz saygısı, gururu, güveni silinince, ahlaklılığın da dibi göründü demektir.”
Yoksulluk her dönemin en belirgin sorunlarından biri olmuştur. Geçim telaşı, iş bulma sıkıntıları, aşk, acıma ve fedakârlık hisleri arasında sıkışıp kalır Makar Devuşkin. Bir yandan kendine yetmeye çalışırken bir yandan da uzaktan akrabası olan ve derin hisler beslediği Varvara Dobroselova’nın sıkıntılarına çare olmaya çalışır.
1846 yılında edebiyat dünyasını Fyodor Mihayloviç Dostoyevski ile tanıştıran İnsancıklar, dönemin St. Petersburg’unu ve sıradan insanların hayatta kalma çabalarını çarpıcı bir şekilde göz önüne seriyor.
Beyaz Geceler - Fyodor Dostoyevski
“Sevmek, güzel birine âşık olmak değil, o kişide bilmediğin bir zamanın, beklenmedik bir anında kendini bulmaktır.”
Genç bir adam, parlak ay ışıklarının aydınlattığı bir St. Petersburg gecesi ve yalnız bir kadın… Beklenti, fedakârlık, acı, keder ve hayal kırıklığının aşkın içinde kendine nasıl yer bulduğunu anlatan Beyaz Geceler, bu anlamda diğer Dostoyevski eserleri arasında farkını ortaya koyuyor.
Kahramanın, genç ve güzel Nastenka’yla tanışması, ona âşık olması ve onun başka birini bekliyor olduğunu öğrenmesiyle birlikte yaşadıkları kararsızlık, belirsizlik ve bekleyiş içindeki bu üç karakterin yaşadığı dört beyaz gece, aynı zamanda bir film senaryosudur.
Yeraltından Notlar – Fyodor Dostoyevski
“Kötü biri olmayı hiç beceremedim, bırakın bunu, herhangi biri olmayı da beceremedim. Ne aksi bir adamım ne de uysal biriyim! Ne alçak ne de namuslu. Ne onurlu biri ne de bir kahraman. Şimdi hiçbir şey yapmadan köşemde pinekliyorum,” diyen bir adamın hikâyesi Yeraltından Notlar.
Yaklaşık yirmi yıldır hasta hisseden ama tedavi olmayacak kadar inatçı, içine düştüğü bunalımdan kurtulmamak için direnen, kendi kabuğundan çıkmayı kabul etmeyen ve hatta ideal yaşam süresinin kırk yıl olduğuna inanan, isimsiz bir adamın karanlık iç dünyasına doğru yolculuğa çıkarıyor sizi Dostoyevski. Hatta Yeraltından Notlar, pek çok çevre tarafından da varoluşçuluk akımının başlangıcı olarak kabul edilir.
“Bizim gibi basit ve ölümlü insanlar en nihayetinde kaybediyordu.”
Kumarbaz - Fyodor Dostoyevski
“Şu sırada neyim ben? Koskoca bir sıfır. Yarın ne olabilirim? Hiç. Yarın ölür, yeniden dirilerek yeni bir hayata başlayabilirim!.. İçimdeki insanı iyice mahvolmadan kurtaracağım.”
Kumar bir riskti ve Aleksey İvanoviç bu riski almaya hazırdı. İyi de bir gözlemciydi hem. Ortadaki 12 kazandıktan sonra sondaki 12’nin kazandığını keşfetmişti. Sondaki 12 numaradan sonra ise sıra ortadaki 12’ye geliyordu. Yaklaşık iki saat süren bu döngüde kazanabildiği kadarını kazanmak istiyordu. Ancak yine de söz konusu olan kumardı. Kaybetmek her zaman ihtimaldi!
Dostoyevski, dönemin çarpıklığını, sınıf farklılığının keskinliğini, bir adamın aşkı ve kumar tutkusunu gerçekçi ve etkileyici bir dille Kumarbaz’da ortaya koymuştur. Roulettenburg’da geçen bu hikâyenin yaklaşık üç haftada yazıldığı söylense de buna inanmak çok güç.
SAHABATTİN ALİ 3 TAKIM KİTAP
KÜRK MANTOLU MADONNA
Yirmili yaşlarındayken, meslek inceliklerini öğrenmek üzere Almanya’ya gönderilen Raif Efendi’nin hikâyesi, gittiği bir resim sergisinde gördüğü bir tabloyla başlar. Gördüğü tablodan gözlerini alamayan Raif Efendi, bu tabloyu izlemeyi günlük rutin haline getirir. O anlarda ilgisini tek çeken Maria Puder, yani Kürk Mantolu Madonna olur. Hiç beklemediği anda karşısına çıkan bu kadın, tüm hayatını etkileyecektir.
Almanya’da başlayan hikâye, ansızın bir telgrafla Türkiye’ye dek uzanacak ve Raif Efendi’nin hayatında unutamayacağı bir aşk olarak yerini alacaktır. Aşkın gücünün ve sınırsızlığının yanında ölümsüzlüğünü de en derinlere dek hissettirecektir.
Sabahattin Ali’nin ölümsüz eseri Kürk Mantolu Madonna, 1940 yılında tefrikalar halinde yayımlanmaya başlanmıştır. İlk basılışı ise 1943 yılına tekabül eder. 2016 yılında, modern klasiklerden biri kabul edilen eser, başta İngilizce, Almanca, Fransızca, Rusça ve Arapça olmak üzere pek çok dile çevrilmiş, uluslararası bir nitelik kazanmıştır.
KUYUCAKLI YUSUF
Küçük yaşlardayken Kuyucak Köyü’nü basan eşkıyaların anne ve babasını öldürmesiyle başlar Yusuf’un hikâyesi. Olayı incelemek için köye gelen Kaymakam Salâhattin Bey, Yusuf’u da yanında götürür. Tüm cinayete tanık olan ve hatta yaralanıp parmağını kaybeden Yusuf, gün geçtikçe daha duygusuz, daha sert ve daha umursamaz tavırlar sergilemeye başlar.
Tek zaafı ise, kaymakamın kızı Muazzez’dir. Aynı evde yaşayan, herkesin kardeş gözüyle baktığı bu ikilinin ilişkisinin aşk adını alması epey zaman alacaktır. Özellikle gururlu, katı ve kavgacı kişiliğiyle Yusuf’un bunu kabul etmesi ve itiraf etmesi o kadar da kolay olmayacaktır.
Kuyucaklı Yusuf, dokunaklı bir aşk hikâyesi olmasının yanında o dönemin toplumsal yaşantısına da ışık tutar. Güçlüyle güçsüzün, zenginle fakirin, makam sahibi insanların diğerleriyle ilişkilerini inceler ve adalet olgusunu sorgulatır. Düzenin çarpıklıklarını gözler önüne sererken, büyük bir trajediye de imzasını atar.
Kuyucaklı Yusuf, 1932 yılında tefrikalar halinde yayımlanmaya başlamış ancak tamamlanamamıştır. Eserin tamamı, ilk kez 1937 yılında basılmış ve başta Fransızca ve Almanca olmak üzere farklı dillere de çevrilmiştir.
İÇİMİZDEKİ ŞEYTAN
Kapitalist düzen içine sıkışan, tüm zaafları ve zayıflıklarını saklayıp var olma çabası içinde olan Ömer’in hikâyesi, apansız kendini evsiz, kimsesiz ve çaresiz bir halde bulan Macide ile başlar.
Dönemin sözde aydınları arasında bulunsa da her daim kendini ve toplumu sorgulayan, ekonomik ferahlık elde etmek isterken göstermesi gereken çabayı erteleyen, genel kurallara uymaya çalışırken aslında bir yandan da bunlardan kaçmaya çalışan Ömer, bu karmaşık düzenin tam ortasında bırakır Macide’yi. Çaresiz kalan genç kadın, âşık olduğu adamın dünyasında kendine yer edinmeye çalışır.
Hayatın sıradanlığından şikâyet ederken kendini akışa kaptıran ve bundan kurtulmak için çabalamayan Ömer, tüm suçu içindeki şeytana yükler. Bir kere kendini o şeytana teslim ettiğinde ise hayatı dönülmez yollara girerken, onarılmaz yaralar açar. Ömer’i yolundan döndüremeyeceğini anlayan Macide içinse yapacak pek bir şey yoktur.
İlk kez 1939 yılında bir gazetede yayımlanan İçimizdeki Şeytan, 1940 yılında kitap halini almıştır. Başta Almanca, Bulgarca ve Rumence olmak üzere çeşitli dillere de çevrilmiştir.
KARAHİNDİBA
Mavi şapkalı çocuk sabrın ve beklemenin nasıl kutsal bir değer olduğunu, hayranlıkla izlediği karahindiba sayesinde öğreniyor. Bu minik serüveninde en büyük destekçisi ise annesi.
KÜÇÜK AYI BOBO - BABAM VE BEN
Küçük Ayı Bobo, babasıyla birlikte oyunlar oynuyor, alışverişe gidiyor. Bazen babası Bobo’yu Süperman gibi uçuruyor bile. Bobo zaman zaman mızmızlık yapsa bile onlar birlikte çok eğleniyor. Hatta Bobo, babasıyla birlikte kek pişiriyor ve limonata yapıyor. Nasıl mı? Bu bir sır ve kitabın içinde saklı. Şişt, sakın kimseye söyleme!
YEŞİL MİSKETÇİK
Ali’nin en sevdigi meyve ne acaba?
Dısı yesil, içi kırmızı...
Bakalım nasıl oluyormus bu meyvecik?
HİÇ KİMSE
“… bunun ne demek olduğunu ve bana neler hissettirdiğini bilebilirsiniz belki ama asla anlayamazsınız.
Bilmek ve anlamak arasında büyük bir uçurum var çünkü.
Başınızı kaldırdığınızda, gökyüzünde kanat çırpan kuşları görebilirsiniz. Onların nasıl uçtuğunu, kanatlarının altına doldurdukları havanın gücünü bilebilir ya da öğrenmek için elinize ne geçerse okuyabilirsiniz. Ama ne kadar uğraşırsanız uğraşın, geldiğiniz son noktada yalnızca “bilmiş” olursunuz.
Bu, bir kuşun uçarken hissettiklerini anlamanın
maalesef çok uzağındadır.”
Dünyanın dışına bantlanmış gibi hissettiniz mi hiç?
Yahut bir kıyafeti omuzlarınızdan düşürür gibi düşürmek
istediniz mi etinizi kemiğinizden?
Sahi siz gerçekten var mısınız?
Bana sormayın.
Kafamın içiyle, düşüncelerimin arsızlığıyla tanıştıramam sizi.
"Deli" dersiniz. Merakla, korkuyla beni soymanıza izin veremem. Biliyorum ki soyduktan ve tüm gize ulaştıktan sonra
layığınca giydiremeyeceksiniz. Çırılçıplak kalacağım.
Sonra siz çıplaklığımdan korkacaksınız.
Hâlbuki ben, ağaçların ayakları üzerinde değil,
başının üzerinde durduğunu fark ettim bir zaman önce.
Fark edip baş aşağı bekledim de tek bir filiz çıkmadı göğsümden.
O yüzden siz bana bir şey sormayın.
Çünkü ben kendi dilimde ne söylersem söyleyeyim,
siz hep bana kendi dilinizle "deli" diyeceksiniz.
NEYT - ASİ ÇAKILTAŞI 3
Şafak tüm ışıklarını yaktı.
Güneş, akşamüstü intihar etti.
İçimde büyüttüğüm kız çocuğunun elini tutup
benden uzaklaşmaya başladığında,
uzun boyu kadar derin bir kuyunun önünde durmuş,
kuyunun dibinde ölmüş güneşin sönmüş cesedini izliyordum.
Beklediği kişi gelmediğinden ölemeyen o insandım;
ölüm döşeği yaşadıklarımdı.
Suya düşen yansımama bakıyordum.
Boğuluyordum, ölmek nedir bilmiyordum.
Yanıyordum, sönmek nedir bilmiyordum.
Diniyordum, bitmek nedir bilmiyordum.
Ne kadar kesilmem gerekiyorsa tam sırasıydı, kesileyim diyordum
ve bir makas usulca kesmeye başlıyordu zamanı.
Zamanın damarındaydım.
Zaman ile birlikte kesiliyordum.
Zaman ile birlikte kanıyordum.
Elini tuttuğu küçüklüğümle dönüp o siyah gözleriyle bana baktı.
Ve acıların bile kurutamadığı damarlarımı,
o kasım gecesi ekmek bezine sarılan bebeğin
siyah gözlerinde gördüklerim kurutmaya başladı.
Görüyordum.
Neyt benim kalbimi taşıyan damardı,
Nabzımdan canıma fısıldıyordu.
“Damar yolumsun.”
KÜÇÜK PRENS (RENK ALFABESİ İLE)
Her harf bir renge büründü. Renkler kitabı sarıp sarmaladı.
Fakat bu kitabın içerisinde hiç resim yoktu.
Kitap; renk dilini öğrenmek isteyen, Küçük Prens’i seven,
origamiden Küçük Prens nasıl yapılır diye merak eden ve
koleksiyonerlik yapan herkes için tam metni ile yazıldı.
“Küçük Prens’in hikâyesini yıllarca harflerle, kelimelerle okuduk.
Artık o renkli dünyaya renklerin penceresinden bakacağız.
Duyar duymaz büyük heyecan duyduğum proje artık ellerimizde.
O zaman sayfaları çevirip renklerin büyülü dünyasına dalarak
küçük dostumuzun büyük yolculuğuna bir de buradan eşlik edelim...”
-Ali LİDAR
“Dünyada en çok dile çevrilen edebi eser Küçük Prens’i şimdi
dilimizde renklerin dünyasında okuma zamanı.
İlk defa bu kitapla birlikte harfler renklere bürünüyor.
Her sayfada renklere karışarak okuyoruz bu modern masalı.
Belki bu hali farklı şeyler anlatır bize.”
-Yıldıray LİSE