KUMARBAZ

KUMARBAZ

“Şu sırada neyim ben? Koskoca bir sıfır. Yarın ne olabilirim? Hiç. Yarın ölür, yeniden dirilerek yeni bir hayata başlayabilirim!.. İçimdeki insanı iyice mahvolmadan kurtaracağım.”
 
Kumar bir riskti ve Aleksey İvanoviç bu riski almaya hazırdı. İyi de bir gözlemciydi hem. Ortadaki 12 kazandıktan sonra sondaki 12’nin kazandığını keşfetmişti. Sondaki 12 numaradan sonra ise sıra ortadaki 12’ye geliyordu. Yaklaşık iki saat süren bu döngüde kazanabildiği kadarını kazanmak istiyordu. Ancak yine de söz konusu olan kumardı. Kaybetmek her zaman ihtimaldi!
 
Dostoyevski, dönemin çarpıklığını, sınıf farklılığının keskinliğini, bir adamın aşkı ve kumar tutkusunu gerçekçi ve etkileyici bir dille Kumarbaz’da ortaya koymuştur. Roulettenburg’da geçen bu hikâyenin yaklaşık üç haftada yazıldığı söylense de buna inanmak çok güç.

YERALTINDAN NOTLAR

YERALTINDAN NOTLAR

“Kötü biri olmayı hiç beceremedim, bırakın bunu, herhangi biri olmayı da beceremedim. Ne aksi bir adamım ne de uysal biriyim! Ne alçak ne de namuslu. Ne onurlu biri ne de bir kahraman. Şimdi hiçbir şey yapmadan köşemde pinekliyorum,” diyen bir adamın hikâyesi Yeraltından Notlar.
 
Yaklaşık yirmi yıldır hasta hisseden ama tedavi olmayacak kadar inatçı, içine düştüğü bunalımdan kurtulmamak için direnen, kendi kabuğundan çıkmayı kabul etmeyen ve hatta ideal yaşam süresinin kırk yıl olduğuna inanan, isimsiz bir adamın karanlık iç dünyasına doğru yolculuğa çıkarıyor sizi Dostoyevski.
 
Hatta Yeraltından Notlar, pek çok çevre tarafından da varoluşçuluk akımının başlangıcı olarak kabul edilir.
 
“Bizim gibi basit ve ölümlü insanlar en nihayetinde kaybediyordu.”

İNSANCIKLAR

İNSANCIKLAR

“İnsanın öz saygısı, gururu, güveni silinince, ahlaklılığın da dibi göründü demektir.”
 
Yoksulluk her dönemin en belirgin sorunlarından biri olmuştur. Geçim telaşı, iş bulma sıkıntıları, aşk, acıma ve fedakârlık hisleri arasında sıkışıp kalır Makar Devuşkin. Bir yandan kendine yetmeye çalışırken bir yandan da uzaktan akrabası olan ve derin hisler beslediği Varvara Dobroselova’nın sıkıntılarına çare olmaya çalışır.
 
1846 yılında edebiyat dünyasını Fyodor Mihayloviç Dostoyevski ile tanıştıran İnsancıklar, dönemin St. Petersburg’unu ve sıradan insanların hayatta kalma çabalarını çarpıcı bir şekilde göz önüne seriyor.

BEYAZ GECELER

BEYAZ GECELER

“Sevmek, güzel birine âşık olmak değil, o kişide bilmediğin bir zamanın, beklenmedik bir anında kendini bulmaktır.”
 
Genç bir adam, parlak ay ışıklarının aydınlattığı bir St. Petersburg gecesi ve yalnız bir kadın…
 
Beklenti, fedakârlık, acı, keder ve hayal kırıklığının aşkın içinde kendine nasıl yer bulduğunu anlatan Beyaz Geceler, bu anlamda diğer Dostoyevski eserleri arasında farkını ortaya koyuyor.
 
Kahramanın, genç ve güzel Nastenka’yla tanışması, ona âşık olması ve onun başka birini bekliyor olduğunu öğrenmesiyle birlikte yaşadıkları kararsızlık, belirsizlik ve bekleyiş içindeki bu üç karakterin yaşadığı dört beyaz gece, aynı zamanda bir film senaryosudur.

SÜPERİNSAN

SÜPERİNSAN

Neden vazgeçemediğini hiç düşündün mü?
Hayallerine sırt çevirdiğinde hayatın sana neden anlamsız geldiğini
hiç düşündün mü?
Kafanı nereye çevirirsen çevir, hayallerini görmenin sebebini
hiç düşündün mü?
İçinde üstün bir yaratığın uyuduğunu, ara sıra uyanıp seni uyardığını
hiç hissetmedin mi?
Gerçekten efsane olacak bir insan olduğunu,
fakat ataletin yakanı bırakmadığını mı düşünüyorsun?
Dürüst ol. Bu sen değilsin.
Bu kitapta bağımlılıkların, hayat felsefesinin, duygusal zekânın, id’in
ve hatta ne yiyip içtiğinin bile nasıl içindeki o üstün insanın
uykusundan uyanamamasına sebep olduğunu göreceksin.
Şampiyon olarak doğduk, fakat büyüdükçe
bize sıradan olduğumuz öğretildi.
Artık oyunun kuralları değişti.
Süperinsan zincirlerini kırıyor. Uyanmasına kimse engel olamaz.
Eğer bu satırları okuyorsan uyarıldın.
Zaman hızla akıyor ve ölüme doğru ilerliyorsun.
İsminin sonsuza kadar yaşaması senin ellerindeyken,
daha ne bekliyorsun?
Kaderinden kaçamazsın Süperinsan.
Bu kitapla yeniden doğuyorsun.

 

YARIM KALANLARA

YARIM KALANLARA

Gece yarıları uyanıp katliamların içinde
sessiz ve sakin bir yer arayanlara,
Çıkmaz sokakları ezbere bilen,
Kendinden başka herkese faydası olan,
Yenilmedim, güçlüyüm yalanlarını söyleyen,
Vazgeçmemiş ama yarım kalanlara,
Birçok hikâyenin asıl kahramanlarına,
Sevdası kendinden büyük olan kadın ve adamlara
Ve her hikâyenin sonu gibi
Yarım kalanlara…

REYC - ASİ ÇAKILTAŞI SERİSİ 2

REYC - ASİ ÇAKILTAŞI SERİSİ 2

Tanrı, ölen çocuklar için cennette bir oyun parkı inşa etmiş, 
duydun mu?
Parkın içine kar yağıyormuş ama hiç soğuk olmuyormuş; 
güneş yanarak parlıyormuş ama asla yakmıyormuş.
Ölü çocuklar terlemiyor, düşse bile canları yanmıyor, 
asla hastalanmıyor, hiç yorulmuyormuş.
İçimdeki kız çocuğu kendini nefes boşluğundan vurdu.
Şarjörün içine yirmi altı kurşun dizdi; 
yirmi altı el sıktı nefes boşluğuna.
Yirmi altıncı patlama sesinde uykumdan uyandım 
ama onu kurtaramadım.
Yirmi altı seksek kutusu çizdim.
Yirmi altı kez zıpladım tek ayağımın üstünde.
Yirmi altı kez düştüm. Yirmi altı kez yandım.
Ben hiçbir zaman kendi kuyumdan su içmedim.
Tanrı'nın avuçlarındaki suya düşen yansımama baktım.
Reyc'e baktım.
Saatin anahtardan akrebi beni çocukluğumdan soktu.
Canım adam.
 

 

HERKES GİDER Mİ?

HERKES GİDER Mİ?

Ezbere bildiğim insanlar omuzlarındaki yükü, birlikte büyüdüğüm insanlar dertlerini, bırakıp gidiyor. Ağrılar, sancılar. Böyle birikir insanın içine, diyorum. Sonrası bir çiçeğe fazlasıyla benzeyen insanla karşılaşma zamanı. Her şey olabildiğince güzel, bir sokak çocuğunu sevindirecek kadar.Umut oluyoruz beraber. Bir çiçeğe çiçek veriyorum. Sonrası büyük enkaz. Herkes birilerine kendi enkazını bırakıp kaçma derdinde, diyorum. Sonrası aylarca süren sancı, ağrı. Annem çay yapınca geçiyor ama. Aile değerli şey, diyorum. Sonrası babamın bıçakları. Huzursuzluk. İsyan biraz. Değiştiremediği şeyleri kabullenemediği için intihar eden bir adamın hikayesi üzüyor beni. Sonra geçiyor. Unutuyorum. Unutuyor herkes her şeyi. Parklarda artık çocukların değil de alkoliklerin olması garip gelmiyor kimseye, diyorum. Her güzelliğin cebinde bir dönüş bileti var sanırım, diyorum. Biraz daha içmek bunun sonrası.  Sarhoşken yeni insanlarla tanışmak.  Kafam bir yıldız kadar güzel, herkes gider mi,  diyorum. Bu sorunun herkesi kaçırdığını fark ettim. Bilmekten korkuyor insanlar, diyorum. Yok yok. Duymaktan. Her güzel şeyin bir sonunun olmasının bir sonu olmaması, korkutuyor insanları, diyorum. Sonrası biraz daha sarhoşluk. Cevapsızlık. Dayanılmaz bir döngü bu. Yalnız öleceğinin farkında olan herkes, yalnızlaştırmaya çalışıyor kendini. Her kalabalık cadde, eninde sonunda boşalacak, diyorum. En sevdiğim şarkılar bitecek, annem bile gidecek. Öleceğiz, diyorum. Korkunç bir gerçek bu. Farkına vardıklarımdan kaçmak bunun sonrası. Sonrası boş vermek ve içmek biraz daha, sarhoşluk. Hazır kafam bir yıldız kadar güzelken, soruyorum, herkes, gider mi?

BİR KADIN SENİ SEVİYORSA

BİR KADIN SENİ SEVİYORSA

Bir kadın seni seviyorsa sana aittir. 
Mutlaka bir fotoğrafın vardır bir yerinde odasının, onu kaldırtma! 
Bir kadın seni seviyorsa uyumadan önce dua ediyordur, 
senin adınla başlayan dualar ve biten senin adınla, onu susturma! 
Bir kadın seni seviyorsa sana zarar veremez. Yalnız genç adam, 
kadınlar vazgeçtikleri adamlara da acımayı beceremez, bu da kalsın aklında… 
Bir kadın seni seviyorsa koklayarak öper seni. 
Seni seven bir kadın sevdiği kadar sarılabilirse kemiklerin kırılır. 
Ve bir kadın seni seviyorsa, sen ne kadar güçlüysen o kadar güçlü hisseder kendini, 
onu yanıltma. İlk darbede yere çakılma oğlum, ilk imtihanda sınıfta kalma! 
Ve asla, ama asla! 
Araya umutsuzluğu sokma. Orasıdır kadının şah damarı, umudu… 
Kesildiği an, vazgeçer kadın. 
Sevmekten, beklemekten, özlemekten, hatta dua etmekten… 
Can havliyle, kaçar. Yakalayamazsın. 
Artık o kadını üstüne alınamazsın. Sahip çıkamadığın kadına hesap da soramazsın. 
Kadınları bomba gibi düşün genç adam, 
Yanlış kabloyu kesersen onunla birlikte sen de patlarsın. 
Bak oğlum! 
Bu hayatta her şeyi alırsın, yalnız seni seven kadının yoktur fiyatı. 
Seni her şeye rağmen sevebilen kadını satın alamazsın. 
Cüzdanın kilo kaybettikçe, sevgileri eksilen sevgililerin olur en fazla... 
Falan filan sonra, bilirsin ya… Sen sen ol, o kadını satma! 
Bir kadın seni seviyorsa kavga eder. 
Hem birazdan boğazına yapışacak sanırsın hem görürsün gözlerindeki korkuyu. 
Kadınlar susmaz genç adam, susmuş kadın gitmiş kadındır. Susmuş bir kadın için, 
bitmiş bir adamsındır. Bu kadınların değişmez ve değiştirilmesi teklif bile 
edilemez olan maddelerinden biridir. Kadın olmanın kuralıdır... 
Bir şey daha vardır ki, 
Kuştur kadın! 
Ve bir gökyüzü vardır her kadının. Öyle bir havan olmalı ki adamım, 
senden göçmediği için, onu dondurmamalısın. 
Bunu bir zamanlar seni gökyüzü ilan etmiş kadının, 
başka bir gökyüzünde kahkaha atışını duyunca anlarsın…

GALATA SOKAĞI

GALATA SOKAĞI

Galata Kulesi’nin bir rivayeti vardır:

Galata Kulesi efsaneleri arasında yer alan belki de en ilginç efsane, en eski olanıdır. Bu efsaneye göre Romalılar şuna inanıyorlardı: Eğer bir kadın ve erkek, Galata Kulesi’ne ilk kez birlikte çıkarlarsa, onlar mutlaka evlenirler… Ama çiftlerden biri daha önce kuleye bir kere bile olsa çıktıysa bu, onlar için geçersiz sayılmaktaymış.

Elbet bir gün seninle İstiklal’de el ele yürüyüp sokak çalgıcılarını dinleyeceğiz. Kalabalığa aldırış etmeden Galata sokaklarında dans edeceğiz. Ellerin ellerime kokun gibi sarılmışken seni o Galata’ya çıkaracağım. 
Biraz daha zaman lazım, lütfen dayan…

BU KADINCI YALNIZLIK

BU KADINCI YALNIZLIK

Geç müdahale edilen bir yangının ortasında kalmış birini düşün...

Enkaz altından günler sonra çıkarılan birini...

Yüzme bilmiyorken, en derin sulara bırakılmış birini düşün.

 

Ve anla şimdi beni, hisset ne haldeyim.

Gelirsen, en fazla ölümü görürsün...

BANA BİR'AŞK ZAMAN VER

BANA BİR'AŞK ZAMAN VER

"Çok kalmayacağım sende, biraz sevip döneceğim yine kendime..."

Özgür Gümüşsoy

 

Şiirin rengârenk şapkasını giymek kolaydır, şık da durur üstelik. Ne var ki, şiire sıkı sıkı sarılan bir şair değilseniz, ilk rüzgârda uçup gider kafanızdan. Şiirin çamurlu ayakkabısını giymek ise zordur ve elbette kimse hoşlanmaz balçıktan. Ama has şiire giden yol buradan geçer. Şiirin ayakkabısı ilk giyişlerde şair adayının ayağına vuracak ve acı verecektir üstelik.Özgür Gümüşsoy da, şiirin süslü şapkasını değil, çamurlu ayakkabısını giyerek yola çıkanlardan… Şiirin ayakkabısının onun ayağına uyup uymayacağını zaman gösterecek. Ama şimdi diyor ki kitabının içinde çalıp duran dünyanın yaşlı saatleri: “Yolu da, zamanı da açık onun!”

Akgün AKOVA

 

 

Özgür Gümüşsoy’u okuduğumda, yazdıklarının özel bir zekâdan ve özgün bir algıdan damıtıldıklarını düşündüm... Başkalarına öykünerek yazıya yönelen pek çok genç insanın oluşturduğu nicel yığılmada, o, diğerlerinden büsbütün ayrışarak uçarı, atak ve bıçkın çağrışımlarla modern dünyada karşılığı olan kentli ve samimi bir dil kuruyor. Günümüz hız ve karmaşasında, karşılığı olan tümceleri hızlı, doğru ve bazen de buruk gülümsemelerle okunabilecek yazılara dönüştüren Özgür Gümüşsoy’un, sürdürürse eğer, yakın yıllarda özellikle gençler tarafından yaygın okunacak yazarlardan biri olacağına inanıyorum…

Yılmaz ODABAŞI

 

"Özgür Gümüşsoy'un kolajları, öyle diyorum, çünkü şiir ve düzyazının birleşiminden oluşmuş, bir bakıma şiirmetin diyebileceğimiz bir özellik taşıyorlar. Günümüz gençliğinin dilinden, jargonundan etkilenen ve beslenen bu şiirmetinlerde, bireysel sorunlar ve toplumsal sorunlar kadar, güçlü geleneklerimizden olan taşlama da kendine yer buluyor."

Haydar ERGÜLEN

PANŞEHİR

PANŞEHİR

bu ıslaklık. biraz yağmur. birazını ben ağladım. üzerimdeki çamur. ben de bazen battım ama çoğunu öyle attılar. anıdır kalsın diyorum. altımdaki kırmızı beni sakla diyor usulca. insan bazı anılarından çıkamadan kendini nasıl toplayabiliyor, nasıl şimdiki zamanda kalıyor, bilmiyorum. nerdeyim, bilmiyorum. ne yapıyorum, bilmiyorum. bu durumda hayal kurmak küstahlık benim için. kuruyor muyum, yaprak mıyım, bilmiyorum.

BİZ ÖLÜMDEN DOĞACAĞIZ

BİZ ÖLÜMDEN DOĞACAĞIZ

her an ölebiliriz değil aslında, bu çok yanlış ifade. her an ölüyoruz. bir saniye önceki ben öldü, dönemem, çünkü zaman aktı. akacak. bir saniye önceki her şeyi öldürdü. zaman kan gibi akar ve ancak sınırları içinde aktığı sürece zehirlemez, sınırlarının dışında geçen zaman hep öldürür ve bu yüzden her saniye mükemmel hızlarla ölürüz. bu yüzden şimdi ya da elli yıl sonra nefes alamayacak olmanın, başkasına ne katıp ne eksilttiğinle alakası vardır, senin hislerini başkalarının ne kadar taşıyıp taşıyamadığıyla vardır. artar azalır geçer acılar, hiç aynı kalmaz. acı gerçek, bunu hissedemediğin yerde başlar ve başladığını da hissedemezsin, hoşça kal.

İNATLA AĞIT

İNATLA AĞIT

geyikler ve balıklar arasında bu anlattığım. boynunda bir oltayla ormandan çıkarılıyorsun. uçurtmalar ile gece arasında bu, geceyle benim aramda nü. görmüyorsun ama elindeki histen hala uçtuğunu biliyorsun. onun nereye gidebildiği. bu sorun değil. birbirimizden diyorum, gittikçe yakınlaşıyoruz. tehlikeli diyorum. yıkım. çok tahliyeli bir enkaz. uçurumlarla dipler arasında bu. atlamıyorsun ama öldüğüne eminsin.

EMANET GELİN 2

EMANET GELİN 2

Bir oda düşünün… Odanın ortasında yuvarlak bir masa. Karşı karşıya oturan üç farklı kadın, üç farklı adam… Kesişen bakışların çoğunda sevgi, Kesişen bakışların çoğunda nefret, Kesişen bakışların çoğunda ise hasret vardı. ** Berçem, Barzan Hezeroğlu’nun gözlerine baktığında vaat ettiğim hiçbir ümidi boşa çıkarmadım anlamını severek okuyor. “Benim senden başka kadına ne kalbim ne huzurum var.” ** Helin, Miran Kara’nın gözlerine baktığında kalbini hunharca ezerek beynini işgal eden sözlerini tekrar tekrar duyuyor: “Yok ulan, sana karşı hiçbir şeyim yok. Sana karşı zerre sevgim, saygım, dokunmaya tahammülüm yok!” ** Alaz, Afran Sözeri’nin gözlerine baktığında evine gelip konuşmak isteyen adamın gözü karalığını sorguluyor. “İstediğim senin rızan. Eğer hayır dersen kendimi geri çekerim. Barzan’ın izin vermemesi için her şeyi yaparım.” ** Bu masada kaybetmek yok. Kazanmak için elim bir mücadele var. Kimi acısına, kimi mutluluğuna, kimi sonuna…

KEHF - ASİ ÇAKILTAŞI SERİSİ I

KEHF - ASİ ÇAKILTAŞI SERİSİ I

Dışarıda devam eden bir hayat, içimde kalbi duran ufak bir kız çocuğu vardı. Göğsümde bir labirent kurmuş, çıkışa varan tüm yolların sonunu onun mağarasının girişine yerleştirmiştim. Islanmaya başlamış bir kelebeğin kanadını nefesinle kurutamazsın, parçalarsın. Ona bunu anlatamadım. Bana bunu anlatamadı. Üstüme yağmaya, beni ıslatıp nefesiyle parçalamaya yemin etmişti. Üstüme yağmasına, beni ıslatıp nefesiyle parçalamasına izin vermiştim. Sanki bir mezarım vardı, yerini ondan başka kimse bilmiyordu. Bir adam dizlerimin önüne oturdu, yara izlerimi öptü. Bana tıpkı bir mağarayı anımsatan siyah gözlerle baktı. Biliyordum. Kehf benim kanatlarımı ıslatan yağmurdu. Kanatlarımdan ruhuma akıyordu. “Küçücüğüm.”

İKİDEN AZ BİRDEN FAZLA

İKİDEN AZ BİRDEN FAZLA

Ben kendimi biliyorum. Hayır, öyle değilsin, demeyin boşuna.
Ben, herkesin söylemek istediği ama içine attığı sözlerim.
Ben, hilekârım, yalancıyım, düzenbazım.
Ben kimsenin duymak istemediği ama gece olunca kendilerine itiraf ettiği sözlerim.
Ben, hepinizin boşa harcadığı zamanım. Boşa geçen zamana dönüp baktığınızda, genç olmak istediğiniz o pişmanlık dolu anım.
Ben, sizlerin gizlediğiniz, sakladığınız, üstüne duvar örüp arkanızda bıraktığınızım.
Ben, bir tartışmada aklınıza gelmeyen sözleri,  gece kendinize söylediğiniz zekânızım.
Ben, yarın size ne olacağını gösteren gelecek zamanım.
Ben, sizin yapmak istediğiniz ama yapamadıklarınızım.
Ben, sizin aynadaki aksinizim.
İçiniz kan ağlarken, dudaklarınızdaki sahte gülüşüm.
Ben, sizin yalanınızım.
Ben, içinizde kanayan yarayım.
Ben, sevişirken, bir başkasını hayal eden tarafınızım.
Ben, ilgilenmiyor gibi yaptığınız ama kıskandığınızım.
Kıskançlıkla, acımasızca başkasına attığınız çamurum ben.
Ben, geleceğiniz için, bugününüzü sattığınız her şeyim.
Ben sizin her şeyinizim,
Ben sizin hiçbir şeyinizim…
 

ZATEN KIRILMIŞ BİR KIZSIN

ZATEN KIRILMIŞ BİR KIZSIN

Gör istedim. Güzel bir manzara, yanımda sen varken anlam kazansın istedim. Duy istedim. Güzel bir nota, yanımda sen varken mana kazansın istedim. Yaşa istedim. Güzel bir an, yanımda sen varken an değil, anı olarak kalsın istedim. Gel istedim. Güzel bir yaz sabahı, yanımda sırf sen varsın diye güneş doğsun istedim. Gitme istedim. Beraber bir yastığa baş koymaktan ziyade, bir hayata beraber sırt dayayalım istedim. Üzül istedim. Beni mahveden şeylerin, senin gözünde bir damla yaş olmasını istedim. Kahrol istedim. Gittiğine, bittiğine, yaşadıklarına, bir daha yaşanmayacak olmasına sen de benim gibi kahrol istedim. Dağıl istedim. Beraber bir bütünken, yanında ben yokken bende bir parçanı ara, bulamayınca benim gibi dağıl istedim. Gitme demeni bekledim. Gidersen, geri dönersin diye bekledim. Bitmesin istedim. Beklentiler üzmüştü, avuç içlerinden tutup seni öpmek istedim…

YÜZÜN GÖKYÜZÜM

YÜZÜN GÖKYÜZÜM

Canımı yok saydım seni severken, canımdan can verdim sana. Yaralarını sarayım derken yaralar açtın, umursamadım. Her bir yaranı sarmama karşılık teşekkürün bir yara açmakla oldu bana. Öyle yaralar açtın ki bedenimde, dikiş tutmayan türden yaralardı bunlar. Sürekli kanayan ve kabuk bağlamayan türden. Bu ne anlama gelirdi, biliyor musun? Kan kaybından öleceğim anlamına gelirdi ama mutluydum, sen yaşayacaktın ve ben bunu göremeyecektim. Her zamanki gibi rüyalarda buluşacaktık elbet. Bu rüya hiç bitmeyecekti, ebedi sürecekti, sadece sen ve ben… Bazı insanlar gitmeleriyle ünlüdür. Ne kadar güzel giderler, değil mi? Ahım şahım, böyle şaşalı, göstere göstere, marifetmiş gibi sanki! Alışkındırlar tabii bu duruma. Onlara hava hoştur, düşünmezler, kafalarına bile takmazlar. Onlar için normal birisin, diğerlerinden farkın yoktur senin. Peki ya sen? Kafayı yersin hatam neydi, ne yaptım da gitti diye. Yiyip durursun kendini. Sabah akşam kaç mendil paketi biter ellerinde, sayabilir misin? Anıların gelir aklına, duraksayıp kalırsın, dalıp gidersin bir köşeye. Kapı tıklar, o an kendine gelirsin. İyi misin, diye bir soru! Cevap bellidir; iyiyim ama durum öyle değildir işte. Kırığım, döküğüm, paramparçayım. Gözlerinden akan yaşların hesabı yoktur. Silmekten kızaran o burun, hıçkırıklara boğulan bir adet sen. Onca insan yıkamazken, onun gidişi nasıl da yerle bir eder, iyi bilirim.

YALNIZ İNSANLAR SOKAĞI

YALNIZ İNSANLAR SOKAĞI

Erkekler birçok kez gider. Kadınlar bir kez...
Sözler erkeklerin ağzından çabucak çıkar, beklemeden.
Kadınlar bekleyip, içlerini ezip ezip bir tek kez söyler:   "Bitti! "
Bir kadın bir adamı gerçekten bittiğinde terk eder.
Sonra ne söylesen nehir akmaz geri doğru.
Nehirler geri akıtılıyorsa...  Hiç gerçekten konuşulmaz artık.
Hiç gerçekten gülünmez.
Hayat, yaşamanın bir kötü taklidi gibi gelir geçer; değmeden, deşmeden.
"Böyleymiş demek," dersin, "hayat böyle bir yermiş demek ki." Kendi kendini ikna edersin:
 "Böyle de yaşanıyor işte."
Bir gün ne tükeniyor, kimse bilemez. Kadınlarda hikâyeler,bazen hiç kavgasız, gürültüsüz bitiverir. O zaman işte, ölümlü olduğunu hatırlarsan eğer, gitmen gerekir.
 
Ece TEMELKURAN

GELMEYENİ BEKLEMEK

GELMEYENİ BEKLEMEK

Yalnızlığı o kadar çok sevmişiz ki sevilmeyi beklerken sürekli kaybetmişiz. Sahi beklediğimiz, umut ettiğimiz şeyler bir gün gerçekleşecek mi? Gerçekleşmeyecekse bile bu çektiğimiz sıkıntılar, dertler boşuna mı? Ne olacak bu içimizdeki yarım kalmışlıklar? Mutluluk bize uğramıyor, mutsuzluğa nedense yemin etmiş gibiyiz. Olmaması sorun değil. Olacakmış gibi olup olmuyor ya, o kötü işte. Ne eskisi gibi olabiliyoruz ne de başladığımız yere dönebiliyoruz. Nasıl yapalım?
 
Ben büyüyemedim, aslında büyümek istemedim. Bu aralar ne istediysem olmuyor zaten. Neyse. Sevmek insanı olgunlaştırıyor; olgunlaştıkça yalnızlaşıyorsun, eksiliyorsun, yarım kalıyorsun. Olmadı. Ben yapamadım, diğer insanlar gibi olmadım, diğerleri gibi mutlu olmadım. Bu yüzden galiba eksildim. Fakat mutlu olmak için sıradanlaşmak mı gerekiyor? Diğer insanlar gibi olmak mı gerekiyor?
 
Ben büyümek istemiyorum. Diğerleri gibi olmak istemiyorum. Mutsuz olmak da istemiyorum. Ben hiçbir şey istemiyorum. Hissizleştim resmen. Beni kurtarın. Beni bu benlikten kurtarın. Gülmeyi unuttum, insanlara gülmeyi, tebessüm etmeyi. Neden böyle oluyor? Soruyorum, neden böyle oluyor? Bir şey yapmak lazım ama ben ne yapabilirim ki? Buraya yazdıklarımı neyin var diye sormadan anlarlar mı acaba? Bırakın, anlamasınlar. Zaten kim anladı ki bizi, kim elimizden tuttu ki, kim seninle mutsuzluğa da varım dedi ki? Gelmedikleri için bırakın gitsinler.
 
Yürüsün gitsinler…
 
Geldikleri zaman olmuyor, gittikleri zaman da olmuyor. Gelecek şeylerden ümidimiz yok ama o gemi bir gün gelecek…

PAPATYA VE SİGARA

PAPATYA VE SİGARA

Unutmadım.
Onun elini nasıl tuttuğunu,
Benim kalbimi nasıl kırdığını unutmadım sevgilim.
Herkese tebessüm ederken
Bana nasıl nefretle baktığını,
Herkese kol kanat gererken
Beni nasıl yalnız bıraktığını,
Onlar ağlarken ağladığını,
Ben gülerken bile yanımda olmayışını
Unutmadım.
Bir seni dilediğimi,
Ama bir beni istemediğini,
Bir tek benim için içmediğini,
Canım yandığında bir sigara yakmadığını,
Beni mutlu olduğun yerlerde mahvettiğini
Unutmadım.
Sen de unutma.
Keşke öldürseydin de
Bir başkasını sevmeseydin.
Keşke ölseydim de
 
Bir başkasını sevdiğini görmeseydim.

GÖKYÜZÜM MAVİ

GÖKYÜZÜM MAVİ

Gökyüzünün en ücra köşesindeyim.
Gözlerimde özlenilmişlikler, yalvarışlar, yakarışlar...
Gözlerimde olmayışının kaçıncı haftası, yokluğunun
omuzlarımda yaptığı ağırlık...
Gözlerimde yaşlar...
İnsanlar, yağmur sanır ama benim gözlerim hep sana ağlar.
Sevdamın kanadı kırık, içimde düşme korkusu var.
Bir uçurumun ucundayım, sona geldim sanmışken, sana geldim...
İçimde düşme korkusu var.
Bulutlara yansıyan güneşin kızıllığı gözümü alıyor.
Yüreğin karanlıklar arasına gizleniyor ama gökyüzü hâlâ aydınlık kalıyor.
Göğün kokusu yüzümü okşarken, bir kanadım daha kırılıyor, içimde düşme korkusu var.
Varsın, bilmesin onlar.
Biz el ele yürüdük.
Bunu sokak gördü.
Deniz gördü.
Gökyüzü gördü.
Ay gördü.
En güzeli de;
 Allah gördü.

İTİRAF

İTİRAF

ARKA KAPAKTAN…

"Bir kitap okudum, hayatım değişti," diyenlerin aksine, ben de bir hayat okudum, kitabım değişti.

 

Merkez Bankası'nın büyük şubesinin önündeki kaldırımda gördüm onu. Yıllar önce. On yedi yaşımda. Her şeyin karşısında olduğum o günlerde. Bacaklarının dizlerinden aşağısı yoktu. Önüne açmış olduğu mendile atılan üç-beş bozukluğa dahi bakmıyordu . Gözlerdeydi gözleri. Göz seviyesinden geçen çocuklara gülücük göndermekti en büyük keyfi. Karşı kaldırımdaki telefon kulübesine sırtımı yaslayıp bir sigara yaktım. Ve izledim. Ne kadar değişken ve akışkan olabileceğini düşündüm zamanın.

 

Hiçbir zaman para vermedim kendisine. Üç-beş sohbet etmişliğimiz oldu. Ben sarhoş dönerken yaşlı annemin yanına, sürünürken görmüştüm kendisini yollarda. Kornalara aldırmadan, farlara aldırmadan sürünürken görmüştüm kendisini birkaç kez. İntihar etmenin tek meşru yolunun yaşamak olduğunu bilmekti belki de tek suçu.

 

Bildiği için yaşıyordu.

 

Bir keresinde tam ezilecekken büyük bir kamyonun altında, koltuk altlarından tutup kenara çektim. Göz göze geldik. En yakın çay ocağına gidip iki çay içtik. Benimki iki şekerliydi. Onunki tek.

 

İlk ve tek sorumu sordum bir saatlik sohbetimizin sonunda, ana caddede ayrılırken:

 

—Tanrı?

 

Kısa oldu cevabı:

 

—İçindeyiz.

 

O günden sonra bıraktım ciltlerce kitap okumayı. Her gün karşı kaldırıma geçip okumaya çalıştım hayatını. Ve o geceden sonra kitabım değişti. Kitaplarım...

PAPATYALAR SEN KOKUYOR

PAPATYALAR SEN KOKUYOR

ARKA KAPAKTAN…

Merhaba papatyam,

 

Merhaba kalbimin “seviyor, sevmiyor’’ olma ihtimali,

 

Merhaba gönlümün en nadir yerlerinde açan çiçeğim.

 

Merhaba ilkbaharım,

 

Merhaba mayısım.

 

Merhaba baharı karşılayanım.

 

 

Merhaba güneşim,

 

Merhaba onlarca çiçeğin en beyazı,

 

En sarısı merhaba.

 

Umudum,

 

Hasretim,

 

Son sözüm,

 

Kötülükler arasında açan iyilik tohumu.

 

 

Merhaba ilk hediyem,

 

Merhaba narin çiçek,

 

Avuç içi kadar sıcak,

 

Parmakların gibi narin,

 

Merhaba güzel ülkemin beyaz örtüsü.

GEÇER SANDIM

GEÇER SANDIM

ARKA KAPAKTAN…

Hayat çok garip! Okuyarak öğrenemediğimiz şeyleri yaşatarak öğretiyor bize. Belki de geçer sandıklarımızın geçmeyip, kalbimize paslı bir bıçak gibi saplanması bu yüzden. Unuturuz diyoruz, unutamıyoruz. Yaptığımız sadece kendimizi kandırmaya çalışmak ya da başka bir isim koyacaksak buna; kendimizi avutmak…

 

Ben geçer sandım, lakin doğrusunu hayat öğretti bana:

 

“İnsan sevdiğini hep beklermiş.

 

Bir gün gelecek ümidi hep dururmuş kalbinin bir köşesinde.”

 

Siz de unutmaya çalışmayın, anılarınızla yaşamayı öğrenin. Belki bir gün, döne dolana size gelecektir, geçmiş güzel günleriniz…

BANA EVET DER MİSİN?

BANA EVET DER MİSİN?

ARKA KAPAKTAN…

Ruhumda bir damla biliş var, bunun senin okyanuslarında dağılmasına izin ver.

                                                                                                         Hz. Mevlana

Karanlığın kendisinden değil, ardındaki bilinmezlikten korkar insan. Yol olmadığı için değil, yolu bilmediği için kaybolur. Cevap olmadığı için değil, sormayı bilmediği için çözüm bulamaz. Zorlukları, mücadeleleri, ihanetleri, yalnızlıkları hayat acımasız olduğu için değil, kendisinin farkında olmadığı için yaşar.

İstediği, hayal ettiği, hak ettiği hayatı imkânsız olduğuna inanarak değil, kendi elinde olduğuna inanarak yaşar insan.

Bu kitap bilinçaltınızın karanlık dehlizlerine bir ışık yakmak, evrensel enerjilerle uyumlu yaşamak için bir yol haritası sunmak ve sorularınızın gerçek muhatabının kendiniz olduğunu size hatırlatmak için yazılmıştır.

Haftanın her gününe bir esma, doğal taşların enerjisi ve esmalara ait his yüklemeleri… Tüm bunları bilinçaltınıza yüklemeniz için yalnızca bir kelimeye ihtiyacınız var: Evet!..

Dönüşüm

Dönüşüm

“Kendimden başka hiçbir eksiğim yok,” diyerek aslında bütün hayatını özetliyordu Franz Kafka.

Yirminci yüzyıl dünya edebiyatının en önemli yazarlarından biridir. Tüm yaşamı boyunca kendini hem toplumdan,  hem iş yaşamından, en önemlisi de ailesinden eksik hissetmiştir hep.

Onun eserlerini derinlemesine anlayabilmek için, kısaca hayatına göz atıp onun yaşamı hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Bu durum onu okurken daha iyi anlamaya ve yazdıklarını iliklerinize kadar hissetmenize yardımcı olacaktır.

Dönüşüm, Franz Kafka’nın en önemli ve en çok okunan eserlerinden biridir.

Bir sabah uyandığında bir gariplik hisseder Gregor Samsa. İçini sıkan bir şeyler vardır. Yataktan kalkmak ister, başaramaz. Sağına dönmek ister, dönemez. Zira Samsa, bir böceğe dönüşmüştür! Pazarlamacı olan Gregor, babasının iflas etmesiyle ailenin bütün yükünü üzerine almıştır. Onun iyi niyeti karşısında bir sınavdır belki de yaşadıkları…

 Ailesinin bu “böceğe” karşı tutumu, biraz da Kafka’nın iç dünyasında yaşadıklarının kaleme alınmış halidir bu öykü.

Dava

Dava

“Kendimden başka hiçbir eksiğim yok,” diyerek aslında bütün hayatını özetliyordu Franz Kafka.

Yirminci yüzyıl dünya edebiyatının en önemli yazarlarından biridir. Tüm yaşamı boyunca kendini hem toplumdan,  hem iş yaşamından, en önemlisi de ailesinden eksik hissetmiştir hep.

 

Onun eserlerini derinlemesine anlayabilmek için, kısaca hayatına göz atıp onun yaşamı hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Bu durum onu okurken daha iyi anlamaya ve yazdıklarını iliklerinize kadar hissetmenize yardımcı olacaktır.

 

Dava, Franz Kafka’nın en önemli ve en çok okunan eserlerinden biridir.

 

O günkü yargı anlayışına eleştirel bir bakış açısıyla yazılmış bu kitap, onun hayatını okuyan biri için sadece bundan ibaret değildir. Dava’nın bütün yargı görevlilerine baktığınızda, karşınızda despot babasından izler bulmanız hiç de şaşırtıcı olmayacaktır.

 

Bu kitapta okuyacağınız öykü, suçsuz olduğunu bilen ve bu yargılamayı kendi içinde yapıp bir sonuca eriştirmeye çalışan bir insanın öyküsüdür.

Milena'ya Mektuplar

Milena'ya Mektuplar

“Kendimden başka hiçbir eksiğim yok,” diyerek aslında bütün hayatını özetliyordu Franz Kafka.

Yirminci yüzyıl dünya edebiyatının en önemli yazarlarından biridir. Tüm yaşamı boyunca kendini hem toplumdan,  hem iş yaşamından, en önemlisi de ailesinden eksik hissetmiştir hep.

Onun eserlerini derinlemesine anlayabilmek için, kısaca hayatına göz atıp onun yaşamı hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Bu durum onu okurken daha iyi anlamaya ve yazdıklarını iliklerinize kadar hissetmenize yardımcı olacaktır.

Milena’ya Mektuplar, Franz Kafka’nın en önemli ve en çok okunan eserlerinden biridir. Diğer kitaplarında olduğu gibi hayatının bir yansımasıdır. Kafka, yazdığı öykülerin Çek diline çevrilmesi için arayış içindeyken, bir dost meclisinde Milena ile tanışır ve o andan sonra bütün hayatı değişir.

Romantizm denilince en başa konulması gereken bu kitap, her satırında büyük ve imkânsız bir aşkın sancılarını, yalnızlık girdabının onu “yoksunluğa” nasıl çektiğini, başka hiçbir yerde göremeyeceğiniz bir dilde anlatır. Bu eser, bütün iyi okuyucuların kütüphanesinde, başköşede yerini almalıdır.

Küfür Sokakta

Küfür Sokakta

“Bazen fazla hata yapıyorum, kabul. Her hatadan sonra sigaramı yakıyorum ve unuturum diye umut ediyorum. Ardından şerefine birkaç kadeh rakı kaldırıyorum ve şişenin dibini görüyorum. Unuturum diye umut edip içmeye başladığım her gece daha net hatırlıyorum her şeyi. Sanırım kendime oynadığım küçük bir oyun bu, unutmaktan ziyade daha net hatırladığım ve hatırladıkça bağımlısı olduğum bir oyun bu.”

Bu kitap, olduğu gibi görünenlere, içi dışı bir, özü sözü bir, ağzı bozuk ama kalbi temiz olanlara…

Lider

Lider

ATEŞİ KANATLAR SERİSİ II

Beni tanıyorsunuz.

Ölümden kaçan, kendi ırkı tarafından reddedilen şeytan avcısı.

On yedi yıl bir yalanı yaşamıştım.

Peşimde bir gölge gibi lanetimi taşımış,

Gittiğim her yere kaos bırakmıştım.

Ve şimdi hikâyem bitmesi gerektiği yerde yeniden başlıyor!

Artık kendimi biliyorum, bahsedilen avcıdan çok daha fazlasıyım ben.

Ben ırkımdan alınan intikam ve vaat edilen liderim.

Bir kez daha savaşmam gerekiyor. Bu kez kardeşim ve insanlık için.

Savaş her zamankinden daha yakıcı, daha hasarlı ve daha sert geliyor.

Zamanımız tükeniyor.

Kehanetlerimiz yazılırken karar vermemiz gerekiyor.

Ya bir lider olacağım ya da bir kaybeden…

&

Ruhumun olması gereken yerde koca bir karanlık var.

Ben iyi bir adam değildim ama bu kez kötü olmaktan da öteyim.

Ben intikamın beden bulmuş haliyim.

Cehennemin kor ateşiyle düşmanlarımı birer böcek gibi ezeceğim.

Ve en büyük düşmanım da kalbimi de beraberinde götüren o avcı!

Bu kez aldanmak yok!

Savaş geliyor ve bir kral ne yapıyorsa onu yapacağım.

Ölümler gölgelerinden sıyrılıp anılabilir ve zaferler uğuruna kan

Akıtılacak kadar yankılı olacak.

Artık her kaybın ardında yükselen yeni bir hükümdarlık geliyor.

Bu kez her şey farklı olacak.

Çünkü artık herkes kendi ruhu için savaşacak!..

Hilekar

Hilekar

ATEŞLİ KANATLAR SERİSİ I

Adım Cassie.

Ben, tıpkı ailem ve atalarım gibi bir şeytan avcısıyım.

Avcılar dengeyi korumak, güvenliği sağlamak için yaratıldılar.

Zeki, çevik, korkusuz ve acımasız olmamız gerekiyor.

Çünkü şeytanla baş edebilmenin yolu en az onun kadar güçlü olmaktan geçiyor.

Bizler cehennemde doğan, büyüyen ve zamanı geldiğinde ölen savaşçılarız.

Ve benim zamanım gelmişti.

Kendi saldırı ekibimden tarafından ihanete uğradım ve ölüme terk edildim.

Her şey sonlanmıştı ta ki ezeli düşmanım şeytanın oğlu

Aidanhell beni kurtarana dek.

Ve şimdi kaderim yeni baştan yazılıyor…

&

Ben karanlık tahtın bir sonraki varisiyim.

Zamanı geldiğinde atalarım gibi tüm şeytan hanedanlığına hükmedecektim.

Bunun için doğdum, güç ve karanlık için!

Tüm bunlar kral olan babam Lucifer’in ortadan kaybolmasından önceydi.

Şimdi on bir hanedanlığı bir araya toplamam ve tahta geçebilmem için yazılan

Kehaneti gerçekleştirmem gerekiyor.

Ben Kara Krallıkların varisi Aidanhell!

Bir kral olacak ve düşmanımın kızını kurtaracağım.

Hak ettiğim tahtı alabilmek için!..

Sen Bana Geç Kaldın

Sen Bana Geç Kaldın

Aynı sorunları, aynı acıları yaşamış insanlarız.

Terk edilmiş, aldatılmış, kandırılmış...

Sevmiş ama sevilmemiş, seveni de biz sevmesini becerememişiz.

Kardeş dediğimizden darbe yemiş, hatta sevdiğimiz insanla el ele bile görmüşüz.

Gecelerce uykusuz kalmışız hiç değmeyecek insanlar için.

Şeref yoksunu insanlara ise kadeh tokuşturmuşuz.

Ağlamış, gözyaşı dökmüş, kendimizi harap etmişiz zerre kıymet bilmeyenlere.

Doğrusunu bildiğimiz yalanlara, sırf biraz daha yanımızda kalsınlar diye inanmışız.

Kırılmışız.

Ama yine de ses çıkarmamışız.

Sevmişiz.

Sebepsiz.

Çıkarsız.

Yalansız.

Aslında en güzel biz sevmişiz.

En çok biz.

Ne fedakârlıklar yapmışız.

Ne çok özlemişiz.

Ne hayaller kurmuşuz da derinliğinde boğulmuşuz.

Yine de arkasından kötü laf etmemişiz.

Peki, değdi mi?

Kendine Gel

Kendine Gel

Özüne dön, silkelen...

 Dünyaya uzaktan bak.

Nereden geldiğini unutma.

Özellikle duyguların...

Nereye nasıl taşındığını bil ama taşıma...

Aşık ol ama aldatma.

İleriyi gör ama önyargılı olma.

Dinlemeyi bil ama duymazdan gelme.

Uyar ama ukala olma.

Bir nefesin bin asra bedeldir belki...

Kendine kız ama asla yılma.

Uzaklardan Bir Yerden

Uzaklardan Bir Yerden

Zaman geçtikçe insan da dünyayla birlikte yaşlanıyor ve kendi kıyametine hazırlanıyordu. Kimi zaman bahar aylarını, kimi zaman da fırtınalı sonbaharları yaşıyordu. İnsanlar değişiyordu ve biz neden değiştiğini bile bilmeden onları sorguluyorduk. Bazen de ağaçların yaprakları ilkbaharda dökülüyordu. Biz gözlerimizi kapatıyorduk. Mevsimleri değiştiren cümleler vardı ve biz kurmasını bilmiyorduk.