HAYATINIZI DEĞİŞTİRECEK KİTAPLAR-ENERJİ TERAPİSTİNİN REHBERİ

HAYATINIZI DEĞİŞTİRECEK KİTAPLAR-ENERJİ TERAPİSTİNİN REHBERİ

İçinizdeki şifacı ile tanışmaya hazır mısınız?
Enerji terapistinin rehberi, şifalanmak ve şifa dağıtmak isteyenler için yazılmıştır. Bu kitap olumsuz alan kopyalarının, pasif geçişlilerin, negatif tortuların ve daha nice kötü enerjiden doğan yaratımların dönüştürücüsüdür. Amacı kişiye özel bireysel bir eğitim vermektir. Bilinçsiz bilincin yaratımlarını yıkıp bilinçli bilinç ile yeniden pozitif bakış açısı oluşturmanız için birçok örnek ile okuyucuya yeni ve şifalı enerji alanlarının yaratımları anlatılmaktadır. Kendi şifacı gücünüzü açığa çıkarmanız için gerekli her kaynak bu kitabın içerisindedir.
 
DENİZ YILDIZI HİKÂYESİ
Adamın biri sabaha karşı güneşin doğuşunun keyfini çıkarmak için okyanus sahiline iner. Uzakta birini görür. Biraz yaklaştığında sahile vuran deniz yıldızlarını okyanusa atan bir çocuk olduğunu fark eder. Çocuğa yaklaşarak sorar, “Deniz yıldızlarını neden okyanusa atıyorsun?” Çocuk der ki, “Güneş yükseldi mi, sular çekiliyor. Onları suya atmazsam susuzluktan ölecekler.” Adam devam eder,  “Sahil kilometrelerce uzanıyor ve binlerce deniz yıldızı var, hangi birini atacaksın. Ne fark edecek ki?” Çocuk, adamı dinledikten sonra bir deniz yıldınızı daha okyanusa atar ve cevap verir, “Bu deniz yıldızı için fark etti.” Adam, çocuğun yalnızca okyanus manzarasının keyfini çıkarmaya gelmeyip bir fark yaratmak istediğini anlar ve ona katılarak bütün sabahı okyanusa deniz yıldızı atarak geçirir. Hayat akarken, başkaların ve sevdiklerinizin hayatında bir fark yaratmak için siz ne yapabilirsiniz?

YANGIN MAVİSİ 5-KÜL

YANGIN MAVİSİ 5-KÜL

Geçmiş, onlar için geride kalmış 
karanlık bir geceden ibarettir. 
Yaşanan tüm karanlık gecelerin sonunda, 
güneşin doğuşunu el ele izleyen Sıraç ve Mayıs 
kurdukları aileyi yıkıma sürükleyecek her şeye birlikte 
göğüs gererler. Onları birbirine bağlayan aşk,
 aslında geleceğin yönünü bulmak için kullandığı pusuladır.
O pusula sıradaki kişinin avuçlarına düşmeyi beklemektedir.
Ve her yangın yeniden harlanabilmek için 
küllenmeye mecburdur.
 

Bırak bir kıvılcım çaksın kaderinin üstünde. 
Ateş yansın kalbinin içinde. 
Yangın büyüsün anılarınla harlanarak. 
Kor dökülsün avuçlarına. 
Kül ol ve durma, uç gökyüzüne.

YANGIN MAVİSİ 4-KOR

YANGIN MAVİSİ 4-KOR

Yaşanan büyük kaosa rağmen aşk yeniden galip gelir.
Mayıs ve Sıraç’ın sonsuzluğa attıkları adım, yeniden aile olabilme şansını yakalamalarını sağlamıştır
ancak Mayıs’ın bir kez daha alevlenen intikam arzusu
kimse tarafından bastırılamayacaktır.
Bir yangından yükselen alevler gibi her yanı saran
bu büyük aşk, her güçlüğü yenebilecek midir?
Mayıs, ailesinin bir kez daha yıkımın eşiğine gelmemesi için düşmanın karşısına çıktığında, bir fedakârlık yapmak zorunda olduğunun farkındadır.
Bu fedakârlık bir sonun başlangıcı olacaktır.

Yangında yanıp tanınmaz hale gelen kalpler
kömür değil, kordur. Hadi durma, avuçla yanan kalbimi. Avuçlayabilecek misin? O avuçlamaya çalıştığın
yalnızca bir kor parçası değil, bir kalbin yanık cesedidir.
Dudaklarım yukarı yavaşça kıvrılırken,
gözlerim korun külleşen yanık cesedine kaydı.
Kül oluyorduk…

YANGIN MAVİSİ 3-YANGIN

YANGIN MAVİSİ 3-YANGIN

Yaşadığı kayıp, Mayıs’ın hayatının
asıl dönüm noktası olacaktır.
İntikam ve aşk arasında kalan Mayıs,
Sıraç’a duyduğu büyük aşka rağmen Mehmet Ali Karayel’den öcünü almak için kollarını sıvar.
Yaşadığı büyük acıya ve omuzlarına binmiş ağır yüke rağmen iş hayatına atılan Mayıs’ın peşini bir an olsun bırakmayan Sıraç, Mayıs’ı geri kazanmak için
elinden geleni yapacaktır.
Yeni düşmanın nefesi ise fark etmeseler bile enselerindedir.

Akıtamadığı gözyaşları,
yangının dibinde titreyen kıvılcımın üzerine
tıpkı bir benzin gibi yavaşça damlıyor,
 ateşi körüklüyordu.
Yağmur ne kadar hızlanırsa hızlansın,
 tutuşan orman çoktan alev almış,
kaçınılmaz yangın tam şu anda başlamıştı.
Orman cayır cayır yanıyordu.

YANGIN MAVİSİ 2-ATEŞ

YANGIN MAVİSİ 2-ATEŞ

Mayıs, pençeleri arasına düştüğü aşka 
açtığı savaştan galip çıkamaz.
Sıraç ile ortasına düştükleri ateşler gitgide büyüyerek yangına dönüşmeye başladığında,
 artık Mayıs da tıpkı Sıraç’ın ona olduğu gibi Sıraç’a
 geri dönülemez bir şekilde âşık olur.
Her gün biraz daha büyüyen duygular, 
yaklaşan tehlikenin gölgesinin üzerlerine düşmesine 
engel olamaz. Mayıs bir seçim yapmak zorunda bırakılır. Güneşin onun için yeniden doğduğuna inandığı gün ise aslında karanlığın bastıracağı gün olacaktır.

Kalbimin atışları, ritmini koruyup hayatta kalabilmek için mücadele ediyordu. Karanlık her yerimi sarmıştı. 
Karanlık beni kucaklamış, ışığın girebileceği tüm delikleri acının kabuklarıyla tıkamıştı. İçime doldurduğum 
nefes değildi, yabancı sesten akan kelimeleri doldurup saplamıştım ciğerime. Parçalamıştı.
Parçalanmıştım.
Boynumdaki ateş kolyesi birden koparak 
gerdanımdan düşüp intihar etti.

YANGIN MAVİSİ 1-KIVILCIM

YANGIN MAVİSİ 1-KIVILCIM

Mayıs Karamaça, hayatını kaybetmiş zengin bir iş adamının biricik kızıdır, annesi ve erkek kardeşiyle yaşadığı sıradan hayat, arkadaşlarının kendisi için düzenlediği partiye katıldığı o karanlık gecede bir anda değişir. Birden kendini yabancı bir adamın esareti altında bulan Mayıs, kısa süre sonra onu kaçıran genç adamın kim olduğunu öğrenir. Bu genç adam, Mayıs’ın annesine uzun zamandan beri âşık olan zorba Mehmet Ali Karayel’in oğlu Sıraç Karayel’den başkası değildir. Ve çok geçmeden, kendini karanlık bir aşkın pençeleri arasında bulacağından bihaber hayatta kalma mücadelesine girişir.
 
Kırmızı iplik, beyaz masanın üzerinden yuvarlanarak düştü, yerde yuvarlanmaya devam etti; yuvarlandıkça iplik açıldı, uzadı, durmadı. Döndü, döndü, döndü… Genç kadının ayak ucuna çarparak durdu, genç kadının mavi gözleri kırmızı ipliğin ucuna takıldı; aynı anda, kırmızı ipliğin metrelerce uzağındaki ucunu izleyen mavi gözler ise bir adama aitti. Romanın sayfası yeniden açıldı.

ALTI

ALTI

Bazen düşünmek anlamaya, görmek bilmeye ve
 duymak hissetmeye yetmez. Bazen yaşamak gerekir: İliklerine kadar anlamak, dibine kadar bilmek
ve dahi çığlık çığlığa bağıranların acısını hissetmek için onların yaşadıklarını yaşamak gerekir. Lâkin insanoğlu
 bir başka yaşamı anlamak için yaşamayı göze alamaz.
Akıl hastanesinin merdiven boşluğunda bulunan ceset bütün hastaneyi ve polisleri harekete geçirir.
İntihar mı, cinayet mi olduğu bilinmeyen bu olayın altından bambaşka şeyler çıkar. Sırlarla dolu bu hastanede,
kimse sanıldığı kadar masum değildir.
Herkesin birbirinden sakladığı bir sırrı ve
o sır yüzünden yaşadığı korkuları vardır.
 
6 ayrı insan.
1 çatı.
Ve bir yüzleşme.
 
"Dünya, suçluların elini kolunu sallayarak volta attığı
bir hapishane. Biz masumlar kendimizi gardiyan sanıyoruz ama farkında değiliz, zalimlerle aynı hapishanedeyiz.
Tek suçumuz, doğmamız.”

VIRGINIA WOOLF

VIRGINIA WOOLF

Virginia, ölüler arasında ölüme adanmış bir hayatın hüzünlü kraliçesiydi. Daima duygularının esiriydi ve bir o kadar da duygusuz görünme çabasındaydı. Hayatını sil baştan yaşama şansı olsaydı, 
annesi ölmeseydi, İngiltere’de doğmasaydı, 
babası gibi bir babaya sahip olmasaydı, 
cinsel istismara uğramasaydı, yanılmasaydı, yıkılmasaydı, yalnız kalmasaydı, 
genlerinden hayatına taşıdığı
 psikolojik rahatsızlıkları, çöküşleri olmasaydı, 
biz onu hâlâ tanıyor olacak mıydık? 
Bilmiyorum. Siz ne dersiniz? 
Virginia’yı keşfetmeye hazır mısınız?

KORE'DEKİ AYAK İZLERİ

KORE'DEKİ AYAK İZLERİ

Önce bir adım attı Jülide, Kore sokaklarında.

Ardından aldığı derin nefesi bıraktı havaya.

Ve en sonunda bir damla gözyaşı karıştı toprağa.

Jülide sessizce gökyüzüne baktı ve fısıldadı:

Beni sakın unutma Kore. Unutamayasın diye

tüm izlerimi bıraktım sana...

 

Geride çok şey bırakmıştı Jülide, attığı her adımda. Mesela doğarken annesini bırakmıştı, hatırlamayı bile başaramadığı

bir hastane odasında. Biraz daha büyüyüp hastalandığında neşesini bırakmıştı bu sefer, hatırlamayı bile istemediği

bir başka hastane odasında. En büyük kaybı saçlarıydı Jülide'nin, saklamayı bile akıl edemeyecek kadar

acı içinde gidişini izlediği.

Neşesini arıyordu dünya üzerinde. Her saniye yanında taşıyordu korkularını ve bir de Kore'ye gitme hayalini.

Jülide mutluluğa ayırdı son adımlarını ve Kore'de kavuştuğu hayatının aşkı Seo'nun içinde bıraktı izlerini.

 

Kore'deki Ayak İzleri hayata sımsıkı tutunanların hikâyesi. Tutkuyla hayallerine bağlananların, asla pes etmeyenlerin hikâyesi. Savaşanların ve daima kazananların...

Hiç vazgeçmeyenlerin...  Jülide'nin hikâyesi Kore'deki Ayak İzleri. Biraz benim... Biraz senin...

Ve umudunu hiç kaybetmeyenlerin...

GÖĞSÜNDEKİ UYKUMU BÖLME

GÖĞSÜNDEKİ UYKUMU BÖLME

Yazarın deyimi ile;
İnsanlar mutlu olduğumu sanacak kadar tanıyor, mutsuzluğumu görecek kadar değil...
Çocukluğunuzu yorganın altında kulaklarınız kapalı bırakmayın. Sakın büyümeyin çünkü küçülemeyeceksiniz! Eğer büyüyorsanız da hayallerinizi küçük
görenleri küçültecek kadar büyüyün.
Rengârenk umutlar saklayın
kırılan saç tellerinizin ardından lâkin onları kırmayın.
Öyle bir sevin ki, kalbini kışlıkların arasına
kaldıran insanları utandırın.
Birini düzeltmek için değil gerekirse
beraber bozulmak için sevin.
Eski albümlerin kurcalanmaya ihtiyacı var.
Kaç paketlik acınız varsa söndürmeden yakın.
Hiçbir şey değil hep bir şey olsun.

NEHİR - İS SERİSİ 2

NEHİR - İS SERİSİ 2

İs, oynadığı piyesteki kendini bir türlü göstermeyen
Mantus karakterinin kim olduğunu merak etmektedir. Mantus’un yakında oyuna katılacağını öğrenen İs,
Mantus’u beklerken yaşayacaklarından bihaberdir.
Sırların yavaş yavaş açığa çıkmaya başlaması ve yeni insanların hayatına ayak basmasıyla birlikte İs artık çok farklı bir insana dönüştüğünü fark eder. Korhan’ın ondan sakladığı
büyük bir şey vardır, fakat bu nedir?
Şüphenin, güven denizine dökülmesiyle suyun rengini
bulandırması üzerine, İs kendini bir çıkmazda bulacaktır.
Aşk ise tüm bu bulanıklığa rağmen onun için
hâlâ en berrak olandır.
Serinin ikinci kitabında, düğümler çözülmeye,
yalanların gölgesi silinmeye başlıyor.
 
Bu bana bıraktığı kaçıncı yara iziydi?
Buz gibi olmuş ellerime rağmen avuçlarımda
şeytanın kanatlarından akan ateşi
taşıyormuşum gibi hissediyordum. Ateşin kavurduğu
avuçlarımın ikisini de soğuğun bıçak gibi dikildiği
demir parmaklıktan yapılma büyük kapıya bastırdım,
kapıyı ittim, sanki göğsümün altındaki kalbi de
boğazıma doğru itiyordum aynı yanan avuçlarımla.
Suyun kalp atışlarını duyuyordum.
Suyun nefesini hissediyordum.
Suyun beni takip ettiğini biliyordum.
Sağlam bastığım adımlarımın taşıdığı
o titreyen ruhumun elleri şimdi kalbimdeydi;
kalbimin atışları ilk defa bu kadar sessizdi.

FUTBOL PROFESÖRÜ 3-ALTIN AYAK

FUTBOL PROFESÖRÜ 3-ALTIN AYAK

Kaptan Deha o kadar hızlı ki! Bazen kendini kaptırıp topu geçtiği bile oluyor!
 
Karadelik Futbol Takımı kaptanının ayağından aldığım topla saha içinde koşmaya başladım. Kale önüne kadar Fırtına Metin ile paslaşarak geldik. Ceza sahasına girmek üzereyken Metin, bütün gücüyle topa yüklendi ve bağırdı: ‘ejder öpücüğü!’
Top, tıpkı bir ejderin ağzından fırlayan ateş gibi kaleye ilerliyordu. Kalecinin tam kucağına düşecekmiş gibi görünüyordu. Kaleci bütün gücüyle topa sarılıp elleriyle yakalayınca bu işin bittiğini düşündüm. Ancak ejder öpücüğü ellerini yaktı!

FUTBOL PROFESÖRÜ 2-GOL MAKİNESİ

FUTBOL PROFESÖRÜ 2-GOL MAKİNESİ

Kaptan Deha biraz daha çalışırsa havada yürümeyi bile başarabilir!
 
Kazanmak için herkes en iyi oyununu ortaya koymak zorunda! Hügo İrfan Okçu balığı vuruşunu, Takoz Zeki okapi çıtması vuruşunu, Kumbara Doruk karamamba vuruşunu, Panter Atalay ihtiyazor vuruşunu, Fırtına Metin, ejder öpücüğü vuruşunu, Yengeç Cengiz serseri top vuruşunu, Kemik Kubi muzorta vuruşunu, Piton Yiğit havaya tutunan kerkenez vuruşunu göstermeli!
Pazı bandı vuruşu da bende!
Çamaşır makinesi değil gol makinesi olduğumuzu herkese gösterme zamanı.

FUTBOL PROFESÖRÜ DEHA 1-TAKIM KAPTANI

FUTBOL PROFESÖRÜ DEHA 1-TAKIM KAPTANI

Futbol maçında Orkunç’un Deha’yı geçebileceği tek yer Play Station 2!
 
İlk on birde kim mi var? Kaptan Deha bir, Panter Atalay iki, Akrep Cengiz üç, Takoz Zeki dört, Kumbara Doruk beş, Kemik Kubi altı, Dobi Çağlar yedi, Hügo İrfan sekiz, Fırtına Metin dokuz,
Bekçi Okay da on. Bir de Korkunç Orkunç var tabi!
Vazo Mert, Leblebi Yusuf, Piton Yiğit, Koca kafa Cansev ile kardeşi Kibar Tansev, Mario Mehmet ve Kova Ahmet’te yedekte. İlk golü atan pazı bandını kapar!
 

ASİ VE MAVİ

ASİ VE MAVİ

Baba... Bu sevmek mi? Sevmek buysa eğer, annemin sabrı ne büyük, nasıl dayanıyor senin yokluğuna?Baba...
Gitmek mi zor, kalmak mı? Kalan olmaktan usandım artık,
gitmekse yok işte benim kitabımda.
Baba... Bir adama âşık oluyorum galiba. Gözleri sen bakan,
elleri sen tutan bir adama. Adam diyorum,
senden sonra hayatıma giren ilk adam baba.

Genç yaşta hayatın en acı tecrübelerini edinen Günnur’un
hisleri ölmüştü. Yalnızca tutunduğu inancıyla yaşayıp,
Allah’a ve babasına kavuşacağı güne kadar ömrünü geçirmekti gayesi. Ta ki, çalıştığı kitapçının kapısından o adam girene kadar…
Oğuz istediği her şeyi bir tebessümüyle ele geçirebilen, çapkın, gözü kara bir delikanlıydı. Kız kardeşinin aksine inançlarıyla değil, kafasına göre yaşardı. Günnur adında, mavi gözlerinde hüzünler saklayan kitapçı kızı görene kadar da böyle yaşamaya devam etmişti. Önce kızın hayatına, sonra kalbine girmek istedi;
böylelikle onu unutabilir, eski yaşamına dönebilirdi.
Planları, geçmişin sır perdesi aralanıp genç kızın hüznünün asıl sebebi ortaya çıktığında suya düştü.

KENDİNİ BİL

KENDİNİ BİL

Bir Fars atasözü der ki:
              
“O ki, bilmiyor ama biliyor bilmediğini; çocuktur, onu eğitin, yetiştirin.
O ki, bilmiyor ama bilmiyor bilmediğini; cahildir, ondan uzak durun.
O ki, biliyor ama bilmiyor bildiğini; belki uykudadır, onu uyandırın.
O ki, biliyor ama biliyor bildiğini; bilge kişidir, onu takip edin.”
 
Kendini Bil…
İnsanlık tarihinde birçok düşünür bu sözün üzerinde durmuş. Platon’un hocası
Sokrates söylemiş önce. Mevlânâ demiş sonra:
“Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol.” Yunus Emre,
“İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsen, bu nice okumaktır,” demiş daha sonra. Ebû Saîd el-Harrâz, “Nefsinde olanı bilmeyen Rabbini nasıl bilebilir,” demiş. Bu söz tasavvufta,
“Nefsini bilen, Rabbini bilir,” olarak geçmiş. İncil’de, Luke 17:21,
“İnsanlar da ‘işte burada’ ya da ‘işte şurada’ demeyecekler.
Çünkü Tanrı’nın egemenliği içinizdedir,” şeklinde çevrilir. Bütün bilgeler, kadim dinler hep aynı şeye işaret eder: İçine bak! Zira kendini bilmek, kendini tanımak öylece boş bir eylem değildir. Bir tekniktir.
Üzerinde ustaca çalışılması gereken bir tekniktir. Hayat boyu sürecek
bir öğrenimdir. Bir anlık kendini gözlemleme, hayat amacını anlama ve ilerleme durumu değildir. Bu bir zanaattır.
Bu kitap seni buna davet ediyor işte. Bu arayışa.
Kendini kendine yaklaştırmaya.
              
Uzaklara bakarken, gözünün önünden geçip giden şeylerdedir
belki de en önemli yanıtlar. Bakmaya tenezzül etmediğin yerde, hayatının cevapları gizlidir belki de.
Hiç bakmadığın yöne bakmaya, hiç dinlemediğin sesleri dinlemeye, hiç düşünmediğin yerlere doğru yolculuk etmeye hazır mısın?

STEFAN ZWEIG 7 KİTAP SET

STEFAN ZWEIG 7 KİTAP SET

Dünyaca ünlü yazar Stefan Zweig’in en sevilen klasik romanlarından Ay Işığı Sokağı, Bir Kadının Yaşamından 24 Saat, Satranç, Korku, Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu, Amok Koşucusu, ve Olağanüstü Bir Gece’yi sizler için bir araya getirdik.

Amok Koşucusu

Amok, bir delilik halidir. Eline hançerini alıp sokaklarda koşmak, önüne gelen her şeyi yok etme arzusunu taşımaktır. Ve amok, Hint Adaları’nda doktorluk yapan bir adamın geldiği son noktadır. Ruhsuz, ilgisiz, donuk bir adam bile olsa doktorluk onun için hep bir kırılma noktasıdır ancak bu zengin kadının yardım talebini kabul etmeye yetmez doktorluk etiği. Kadının tavrı önce gururuna dokunmuş, ardından da verdiği karar vicdanına sığmamıştır. Pişman olmak yeterli gelmemiş, bu yaptığını telafi etmeyi denemiş ancak başaramamıştır. Koşmuş, uzaklaşmayı denemiş ama kendinden kaçmayı başaramamıştır.

Ve sonu, elinde bir hançerle koşarken gelmiştir. Gururu ve vicdanı arasında sıkışıp kalmış bir adamın, verdiği karardan pişmanlığı, bunu telafi etme çabası sırasında takıntı haline getirdiği yardım etme isteğiyle nasıl bir buhranın içine düştüğüne tanık olmaya hazır mısınız?

Satranç

Şah, mat, fil, vezir ve diğerleri… İşte Mirko Czentovic’in hayatı tamamen bundan ibaretti. Küçük yaşta anne ve babasını kaybetmiş, iyi yürekli bir rahip tarafından koruma altına alınmıştı. Mirko, yaşıtlarının aksine oldukça içine kapanık ve sakin bir çocuktu. İnsanların onun zekâsından şüphe etmesine sebep olacak kadar tepkisizdi. Satranç taşlarıyla tanıştıktan sonra da bu sessiz çocuktan bir dünya şampiyonu çıktı ortaya.

New York’tan Buenos Aires’e gitmek üzere olan bir yolcu gemisinin güvertesindeki bir grup satranç oyuncusuyla başlar öykü.

Milyoner bir adam, gemide bir satranç dünya şampiyonu olduğunu duyar ve ona tek bir el oyun oynamayı teklif eder. Mirko teklifi kabul eder ancak beklenmeyen bir şey gerçekleşir. Davetsiz bir misafir oyuna müdahale eder ve oyunun seyri değişir.

Bu yabancının hapsedildiği hiçlik, bir anda imkansızlıktan ortaya çıkan satranç tutkusu, neredeyse delilik noktasına eriştiği düşünceleriyle birlikte karakterlerin içine düştüğü buhranlar gün yüzüne çıkar.

İçinde bulundukları gel gitler, huzursuzluklar ve zıtlıklar arasında var olmaya çalışan karakterlere eşlik etmeye hazır mısınız?

Ay Işığı Sokağı

Ay Işığı Sokağı, limana yakın bir sahil kasabasının, her yerinden müzik ve insan seslerinin yükseldiği bir Fransız mahallesi içerisindedir. Burada bozuk balık, yosun ve katran kokusuyla, bir anda yüze vuran serin ve temiz hava birbirine karışır. Bir Fransız sokağında duyduğu Almanca arya, Almanya’ya gidecek gece trenini kaçıran bu gezgin için sokağa girmeye açık bir davettir. Yabancı bir ülkede kendine ait bir şeyler bulan bu adam, bu sesin peşinden giderek aryayı söyleyen kadını bulur. Ardından da bir adamın maruz kaldığı şiddetli hakaret ve nefrete tanık olur. Gördükleriyle kendini dışarı atar ancak nefrete tabi olan bu adam, onunla dertleşmekte ısrarcıdır. Duydukları ve gördükleri karşısında bastıramadığı iç sesi, susturamadığı vicdanı ve umursamazlığı arasında kalan bu gezgine eşlik etmeye hazır mısınız?

Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu

Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu, saplantılı bir aşka düşen bir kadının son ana kadar yaşadıklarını anlattığı, göndereni belli olmayan bir itiraftır. Ünlü romancı R., bir sabah beklemediği bir mektup alır. İçinden bir kadının tutkulu ve bir o kadar da saplantılı aşkı çıkar.

Çocuk yaşından beri aklından bir an bile çıkarmamış, iz bırakabilmek için tüm fırsatları değerlendirmiş, ondan bir hatıra koparabilmek için geleceğini yok etmeye razı bir kadının kaleminden okudukları, bu ünlü romancıyı hayrete düşürür.

Sevdiği adam dışında kim senin varlığını önemsemeyen, aşkın tek taraflı olup olamayacağını, bir aşk için ne kadar fedakarlık yapılabileceğini, aşkın tutkuya dönüşümünü ve saplantının insanı getirebileceği noktaları anlatan bu kadını dinlemeye hazır mısınız?

Bir Kadının Yaşamından 24 Saat

Bir Kadının Yaşamından 24 Saat, görünürde sadece yirmi dört saati içeren ama aslında içinde bir ömür saklayan; aşkı, tutkuyu ve hatta ihaneti barındıran bir öyküdür. Tatil için gidilen bir otelde, bir adamın veryansınlarıyla başlar öykü. Adamın karısı ortadan kaybolmuştur. Başına ne geldiğini ise o anda bilen yoktur. Ancak sonradan anlaşılır ki kadın, genç bir adamla kaçmıştır.

Olayın aydınlanmasıyla birlikte ise çatlak sesler çıkmaya başlar. Kimi kadını korurken kimisi de acımasızca eleştirir. İlk başta sakinlikle olayları dinleyen Bayan C., nihayetinde dayanamaz ve yıllardır içinde sakladığı kendi öyküsünü anlatmak ister. Hayal kırıklıkları, aldanışları ve hatta aldatışları üzerinden yıllar geçse de o an, ilk günkü gibi tazedir hafızasında.Tüm bu anıları ondan dinlemeye hazır mısınız?

Korku

Korku, cezadan daha ağırdır.
Çünkü cezanın getirdikleri bellidir, süresi sınırlıdır. Oysa yakalanma korkusu, belirsiz ve sınırsızdır.

Tıpkı Irene’in yaşadığı gibi. Irene sekiz yıllık evliliğinde, burjuva sınıfının sahip olduğu tüm ayrıcalıklara sahip olmuş ve onları sonuna dek kullanmış bir kadındır. Kocası, çocukları, parası bir noktada ona yetmez ve yeni bir arayış içine girer. Bu arayışlar onu genç bir piyanistin kollarına götürür. Yaşadığı bu gizli kapaklı ilişkinin bir tanığının ortaya çıkması tüm büyüyü bozmaya yeter.

Görünürde her şeye sahip bir kadının yaşadığı tatminsizlik, yaptığı hatalar, hissettiği suçluluk, yaşadığı utanç ve peşini hiç bırakmayan korku içerisindeki sıkışmışlığına, arayışları içerisinde hep çözümsüz kalışına şahit olmaya hazır mısınız?

Olağanüstü Bir Gece

Olağanüstü Bir Gece, rahat ve sorunsuz hayatını sürdürürken yaşama dair tüm isteğini kaybetmiş ve çevresine karşı giderek duyarsızlaşmış seçkin bir burjuvanın hayatındaki dönüştürücü deneyimin hikayesidir.

Baron Friedrich 7 Haziran 1913 gecesi, ruhsal kış uykusundan nihayet uyanır. Bir pazar gününü at yarışlarında geçirirken, ilk kez burjuva kurallarına aykırı davranarak “suç” işler.

Böylece bu psikolojik devrim ile yeniden “hissetmeye” başlar ve aldığı haz ile gerçek benliğinin farkına varır. Aynı günün akşamında yaşadığı, o aklının en ücra köşesinde bile bulunmayan olaylar zinciriyle tam anlamıyla dibe vuracak ve ruhsal aydınlanma dönemine girecektir. Peki ya gerçek bir insan olmanın sırrını bulmaya hazır mısınız?

SHERLOCK HOLMES 10 KİTAP TAKIM

SHERLOCK HOLMES 10 KİTAP TAKIM

Sherlock Holmes özgün tarzı, keskin zekası ve mantıklı çıkarımlarıyla birlikte en çözülmez görünen vakaları bile çözümleyen, dünyanın en ünlü dedektifidir. Piposu, pötikareli şapkası, büyüteci ve yanında en yakın arkadaşı olan Dr. Watson’la birlikte maceradan maceraya koşarlar.

Arthur Conan Doyle’un yarattığı efsane karakter Sherlock Holmes, ilk kez The Strand dergisinde yayımlanmış ve o günden bugüne dek popülerliğini artırarak devam ettirmiş, tüm zamanların en iyi 100 polisiye kitabı arasındaki yerini almıştır.

Dünyaca ünlü yazar Sir Arthur Conan Doyle’nin eseri Sherlock Holmes’un öyküleri ile on kitaplık büyülü dünyaya kapıları açıyoruz.

SAKAR ŞAKİR 5-SONA KALAN DONA KALIR

SAKAR ŞAKİR 5-SONA KALAN DONA KALIR

Bu selamlaşma işi karizmamı yerle bir edecek! Tibet’in yeniden dünyaya gelen siyah dilli kralı olmadığımı kanıtlamak için bademciklerimi gösterene kadar dilimi uzatmak zorunda mıyım?
Yalnızca papağanların ve tavşanların kafalarını çevirmeden arkalarını görebildiğini sanıyorsanız yanılırsınız. Yarışı kazanmak için arı gibi beş gözünüz de açık olmalı.

YEDİ

YEDİ

Her şeyi bildiğini savunan insanların hiçbir şey bilmediği
bir dünyada yaşıyoruz. Peki siz gerçekten de
her şeyi biliyor musunuz?
 
Emniyet, parçalanarak ayrı ayrı çöp konteynerlerine atılan
cesedin peşine düşmüştür.
Sorguya çekilmesi gereken kişiler o cesedin
ait olduğu adamın çocuklarıdır.
Ancak cesedin bir parçası ve
çocuklarından biri ortada yoktur.
 
7 parçaya ayrılmış bir ceset.
7 çöp konteyneri.
7 mektup.
 
Ve kim olduğu büyük bir merak konusu olan
gözü dönmüş bir katil...
 
"Vakti geldiğinde bir ses yankılanacak.
Dağlar denizlerle eş olup, insanoğlu ortadan kalkacak.
Vakti geldiğinde aynı ses yeniden duyulacak. Bu kez insanoğlu günahlarının kefaretini ödemek için yeniden ortaya çıkacak.
Vakti geldiğinde o koca terazide günahlar sevaplarla karşılaştırılacak. Günahları ağır basanlar, sevapları ağır basanlara hasetle bakacak.
Vakti geldiğinde cennet ve cehennem dolup taşacak.
İnsanoğlunun dünyası ikiye ayrılacak.
Ve vakti geldiğinde gizlenen her sır, mutlaka açığa çıkacak."

KENDİNE AİT BİR ODA

KENDİNE AİT BİR ODA

“İsterseniz kütüphanelere kilit vurun ama zihnimin özgürlüğüne vurabileceğiniz ne bir kilit var ne de bir sürgü, ne de kapatabileceğiniz bir kapı.”

Kendine Ait Bir Oda, Cambridge Üniversitesi’nin 1928 yılında ilk kez kız öğrencilere kapılarını açmasına ilişkin olarak Virginia Woolf’un kolejlerde yaptığı konuşmalardan yola çıkmıştır. Bu klasik eserde Woolf, özgün dilini kullanarak etrafındaki dünyayı derinlemesine inceler. Edebiyat dünyasının özellikle erkekler üzerinde şekillenmesinin sebeplerine değinir.

Feminizmin öncülerinden olarak görülen bu eserde Woolf; Jane Austen, George Eliot ve Brontë kardeşleri anar, Shakespeare’e hayali bir kız kardeş yaratır. Neden edebiyat dünyasında her zaman güce ve şöhrete sahip olanın kadınlar değil de, erkekler olduğu sorusunu sorar. Cevap ise oldukça basittir: Çünkü kadınlar yaratma özgürlüğüne sahip değildir ve bunu kazanabilmek içinse her kadının biraz paraya ve kendine ait bir odaya ihtiyacı vardır.

İNSAN NE İLE YAŞAR

İNSAN NE İLE YAŞAR

“Biliyorum ki Tanrı, kullarının ayrı ayrı değil, beraberce yaşamalarını istiyor.
Biliyorum ki insanlar sadece kendilerini düşünerek yaşıyor gibi görünseler de aslında onlara hayat veren tek şey ‘sevgi’dir.
Seven insan Tanrı'ya, Tanrı da seven insana yaklaşır. Sevgiyi var eden sadece odur.”

Dünya edebiyatına Savaş ve Barış, Anna Karenina ve
İvan İlyiç’in Ölümü gibi klasik romanları kazandıran
Lev Nikolayeviç Tolstoy, okurları derinden etkileyen oldukça başarılı kısa hikâyeler de kaleme almıştır.
İnsanlara sevmeyi, anlayışlı ve hoşgörülü olmayı, paylaşmayı, sabretmeyi ve sabrın sonunda mutlaka Tanrı tarafından ödüllendirileceği mesajlarını vermiş olduğu İnsan Ne İle Yaşar? defalarca okunabilecek bu hikâyelerden bazılarını içeren bir koleksiyondur.

KORKU

KORKU

Korku, cezadan daha ağırdır.

Çünkü cezanın getirdikleri bellidir, süresi sınırlıdır. Oysa yakalanma korkusu, belirsiz ve sınırsızdır.

Tıpkı Irene’in yaşadığı gibi.

Irene sekiz yıllık evliliğinde, burjuva sınıfının sahip olduğu tüm ayrıcalıklara sahip olmuş ve onları sonuna dek kullanmış bir kadındır. Kocası, çocukları, parası bir noktada ona yetmez ve yeni bir arayış içine girer. Bu arayışlar onu genç bir piyanistin kollarına götürür. Yaşadığı bu gizli kapaklı ilişkinin bir tanığının ortaya çıkması tüm büyüyü bozmaya yeter. Görünürde her şeye sahip bir kadının yaşadığı tatminsizlik, yaptığı hatalar, hissettiği suçluluk, yaşadığı utanç ve peşini hiç bırakmayan korku içerisindeki sıkışmışlığına, arayışları içerisinde hep çözümsüz kalışına şahit olmaya hazır mısınız?

AY IŞIĞI SOKAĞI

AY IŞIĞI SOKAĞI

Ay Işığı Sokağı, limana yakın bir sahil kasabasının, her yerinden müzik ve insan seslerinin yükseldiği bir Fransız mahallesi içerisindedir. Burada bozuk balık, yosun ve katran kokusuyla, bir anda yüze vuran serin ve temiz hava birbirine karışır.

Bir Fransız sokağında duyduğu Almanca arya, Almanya’ya gidecek gece trenini kaçıran bu gezgin için sokağa girmeye açık bir davettir. Yabancı bir ülkede kendine ait bir şeyler bulan bu adam, bu sesin peşinden giderek aryayı söyleyen kadını bulur. Ardından da bir adamın maruz kaldığı şiddetli hakaret ve nefrete tanık olur. Gördükleriyle kendini dışarı atar ancak nefrete tabi olan bu adam, onunla dertleşmekte ısrarcıdır.

Duydukları ve gördükleri karşısında bastıramadığı iç sesi, susturamadığı vicdanı ve umursamazlığı arasında kalan bu gezgine eşlik etmeye hazır mısınız?

AMOK KOŞUCUSU

AMOK KOŞUCUSU

Amok, bir delilik halidir. Eline hançerini alıp sokaklarda koşmak, önüne gelen her şeyi yok etme arzusunu taşımaktır. Ve amok, Hint Adaları’nda doktorluk yapan bir adamın geldiği son noktadır. Ruhsuz, ilgisiz, donuk bir adam bile olsa doktorluk onun için hep bir kırılma noktasıdır ancak bu zengin kadının yardım talebini kabul etmeye yetmez doktorluk etiği. Kadının tavrı önce gururuna dokunmuş, ardından da verdiği karar vicdanına sığmamıştır.

Pişman olmak yeterli gelmemiş, bu yaptığını telafi etmeyi denemiş ancak başaramamıştır. Koşmuş, uzaklaşmayı denemiş ama kendinden kaçmayı başaramamıştır. Ve sonu, elinde bir hançerle koşarken gelmiştir.

Gururu ve vicdanı arasında sıkışıp kalmış bir adamın, verdiği karardan pişmanlığı, bunu telafi etme çabası sırasında takıntı haline getirdiği yardım etme isteğiyle nasıl bir buhranın içine düştüğüne tanık olmaya hazır mısınız?

OLAĞANÜSTÜ BİR GECE

OLAĞANÜSTÜ BİR GECE

Olağanüstü Bir Gece,rahat ve sorunsuz hayatını sürdürürken yaşama dair tüm isteğini kaybetmiş ve çevresine karşı giderek duyarsızlaşmış seçkin bir burjuvanın hayatındaki dönüştürücü deneyimin hikâyesidir. Baron Friedrich 7 Haziran 1913 gecesi,ruhsal kış uykusundan nihayet uyanır. Bir pazar gününü
at yarışlarında geçirirken, ilk kez burjuva kurallarına aykırı davranarak “suç” işler. Böylece bu psikolojik devrim ile yeniden “hissetmeye” başlar ve aldığı haz ile gerçek benliğinin farkına varır. Aynı günün akşamında yaşadığı, o aklının en ücra köşesinde bile bulunmayan olaylar zinciriyle tam anlamıyla dibe vuracak ve
ruhsal aydınlanma dönemine girecektir.

Peki ya gerçek bir insan olmanın sırrını bulmaya hazır mısınız?

BİLİNMEYEN BİR KADININ MEKTUBU

BİLİNMEYEN BİR KADININ MEKTUBU

Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu,saplantılı bir aşka düşen bir kadının son ana kadar yaşadıklarını anlattığı, göndereni belli olmayan bir itiraftır.

Ünlü romancı R., bir sabah beklemediği bir mektup alır. İçinden bir kadının tutkulu ve bir o kadar da saplantılı aşkı çıkar. Çocuk yaşından beri aklından
bir an bile çıkarmamış, iz bırakabilmek için tüm fırsatları değerlendirmiş, ondan bir hatıra koparabilmek için geleceğini yok etmeye razı bir kadının kaleminden okudukları, bu ünlü romancıyı hayrete düşürür. Sevdiği adam dışında kimsenin varlığını önemsemeyen, aşkın tek taraflı olup olamayacağını, bir aşk için
ne kadar fedakârlık yapılabileceğini, aşkın tutkuya dönüşümünü ve saplantının insanı getirebileceği noktaları anlatan bu kadını dinlemeye hazır mısınız?

SATRANÇ

SATRANÇ

Şah, mat, fil, vezir ve diğerleri… İşte Mirko Czentovic’in hayatı tamamen bundan ibaretti. Küçük yaşta anne ve babasını kaybetmiş, iyi yürekli bir rahip tarafından koruma altına alınmıştı. Mirko, yaşıtlarının aksine oldukça içine kapanık ve sakin bir çocuktu. İnsanların onun zekâsından şüphe etmesine sebep olacak kadar tepkisizdi. Satranç taşlarıyla tanıştıktan sonra da bu sessiz çocuktan bir dünya şampiyonu çıktı ortaya.
New York’tan Buenos Aires’e gitmek üzere olan bir yolcu gemisinin güvertesindeki bir grup satranç oyuncusuyla başlar öykü. Milyoner bir adam, gemide bir satranç dünya şampiyonu olduğunu duyar ve ona tek bir el oyun oynamayı teklif eder. Mirko teklifi kabul eder ancak beklenmeyen bir şey gerçekleşir. Davetsiz bir misafir oyuna müdahale eder ve oyunun seyri değişir.
Bu yabancının hapsedildiği hiçlik, bir anda imkânsızlıktan ortaya çıkan satranç tutkusu, neredeyse delilik noktasına eriştiği düşünceleriyle birlikte karakterlerin içine düştüğü buhranlar gün yüzüne çıkar. İçinde bulundukları gelgitler, huzursuzluklar ve zıtlıklar arasında var olmaya çalışan karakterlere
eşlik etmeye hazır mısınız?

BİR KADININ YAŞAMINDAN 24 SAAT

BİR KADININ YAŞAMINDAN 24 SAAT

Bir Kadının Yaşamından 24 Saat, görünürde sadece yirmi dört saati içeren ama aslında içinde bir ömür saklayan; aşkı, tutkuyu ve hatta ihaneti barındıran bir öyküdür.

Tatil için gidilen bir otelde, bir adamın veryansınlarıyla başlar öykü. Adamın karısı ortadan kaybolmuştur.

Başına ne geldiğini ise o anda bilen yoktur.

Ancak sonradan anlaşılır ki kadın, genç bir adamla kaçmıştır. Olayın aydınlanmasıyla birlikte ise çatlak sesler çıkmaya başlar. Kimi kadını korurken kimisi de acımasızca eleştirir.

İlk başta sakinlikle olayları dinleyen Bayan C., nihayetinde dayanamaz ve yıllardır içinde sakladığı kendi öyküsünü anlatmak ister. Hayal kırıklıkları, aldanışları ve hatta aldatışları üzerinden yıllar geçse de o an, ilk günkü gibi tazedir hafızasında.

Tüm bu anıları ondan dinlemeye hazır mısınız?

TOMRİS'ÇE

TOMRİS'ÇE

Bu kaçıncı bilemediğin, anlamadığın, görmezlikten gelip, 
sağır olduğun haykırışlarımla dolu bir gece. 
Bir tepeden denize bakmak gibi seninki. 
Ne gerçek rengini görürsün suyun, 
ne sıcağını soğuğunu bilirsin ne de içinde barınanları. 
Hep o mesafeden baktın bana. Ben de köpürdükçe dalgalandım, dalgalarımla sana doğru ilerledim, yakınlaştım. 
İlerlediğim kuvvette, yakınlaştığım yol, 
mesafe kadar da kendime geri çekildim her zaman. 
Meddücezirmiş seninle aşkın içeriği.
Tutkuyla tutulan bedenlerin, ruh ile esir olmasıdır aşk. 
Esirin olmak şerefi ile emrine amadeydim aşk. 

SAKAR ŞAKİR 4-YALANCININ MUMU YANMAZ

SAKAR ŞAKİR 4-YALANCININ MUMU YANMAZ

Benim için hiç fark etmez. Her ortamda 
tatilimi eğlenceli hale getirebilirim. 
Tabi Şadi ya da Şule yüzünden başım belaya girmemişse ve sakarlığım üzerimde değilse!
Ne yalan söyleyeyim bu konu 
uzmanlık alanlarımdan biri değil. 
Çünkü benim Pinokyo burnum var. 
Yalan söylediğimde burnum kızarıyor.

SAKAR ŞAKİR 3-RÜZGAR EKEN FIRTINA BİÇER

SAKAR ŞAKİR 3-RÜZGAR EKEN FIRTINA BİÇER

Zaten başıma ne geldiyse bilim adamı olma merakımdan geldi. Bir keresinde elektriğin varlığını arkadaşlarıma kanıtlamak için kedileri birbirine sürterek tüylerini diken diken yapmaya bile çalışmıştım.
 
Bilim adamı olmak için illa Stephan Hawking gibi Galileo’dan sonra doğup Einstein’ın doğduğu güne kadar çalışmanıza gerek yok. Biraz çılgınlık biraz merak… Fırtına için zamana bırak.

AHMED ARİF-TERKETMEDİ SEVDAN BENİ

AHMED ARİF-TERKETMEDİ SEVDAN BENİ

Asıl adım Ahmed Önal. Ahmed Arif olarak bilinirim. Yaşamım boyunca hakkı aradım; ezilen ve güçsüzün yanında durdum. Memleketlilerim sömürülmesin, memleketlilerim kullanılmasın, memleketlilerim ölmesin diye konuştum. Eşitlik için yazdım, eşitlik için söyledim, eşitlik için dayak yedim, eşitlik için sövdüm. O günleri görmeyeceğimi
bilsem de birilerine o günleri göstermek için öldüm.
 
“…Gözlerinden, burnunun üst dudağına düşen fark edilmez incecik gölgesinden öperim canım.
Öperim ömrüm. Yaşşa!..”
 
 “…Daima düşünmekle ve daima da aynı şeyi düşünmekle
insan aşkın bir fikri işgal olduğunu kabul ediyor…”
 
“…Düşün ki hayatta tek başımayım ve sen istersen hayatıma senden başka hiçbir kimse giremez…”

HERKES ÖLDÜRÜR SEVDİĞİNİ-TUNCEL KURTİZ

HERKES ÖLDÜRÜR SEVDİĞİNİ-TUNCEL KURTİZ

“Başka bir yol var mı? Başka bir düşünce, başka
bir hissiyat, başka bir felsefe var mı dünyayı bir bahçe haline getirebilecek? İnsanoğlunun insanca yaşamasını, köleliğin kalkmasını, ırkçılığın kalmamasını öven bir yol var mı?
Bir hayal dünyasında yaşıyorum belki ama ona inanıyorum.
Bir gün gerçekleşecek…”
 
“Edremit Ortaokulundayım… On beş yaşındayım…
Yıl 1951. Kapatılmış olan Halkevi Kütüphanesi babamın emrinde. Bütün klasikler orada. Tolstoy, Dostoyevski, Zoşçenko okuyorum ki, nasıl okuyorum! Futbol oynuyorum. Koşuyorum. Ve öyküler yazıyorum. Ben, artık
genç öykü yazarı Tuncel Kurtiz’im!”

YILMAZ GÜNEY-ÇİRKİN KRAL

YILMAZ GÜNEY-ÇİRKİN KRAL

“…Ben kimsenin canını yakmadım,
onlar benim ateş olduğumu bile bile geldiler…”
 
“Babamı sevmem,” dedikçe anasını daha bir seviyordu belki de… Ne kadar hırçın olursa olsun, ne kadar sert ve bitirim olursa olsun ve şu koca ülke için “Çirkin Kral” namıyla ne kadar ulaşılmaz olursa olsun, anasının dizleri dibinde, kolları altında
kara kuru bir oğlandır, Yılmaz Güney...
 
“Çocukluğumda portakal yiyemediğim günler olmuştu. Bugün bana Altın Portakal veriyorlar.
Şimdi portakalın altınına sahibim.
Nasıl gurur duymayayım? Çocukken altın portakal değil, bildiğimiz portakalı bile alacak param yoktu…”

AHMET KAYA-KENDİNE İYİ BAK

AHMET KAYA-KENDİNE İYİ BAK

Öteki olmanın, ayrıksı durmanın, çaresizliğin ve tutunamayanların, “bebeği ağlayanların ve acılara tutunanların” kanayan yaralarını anlattı.  
Kadınların, işçilerin, öğrencilerin, çocukların, mahpus damlarında ve dışarıda esaret altında olanların, sevgiyi emek bilenlerin ve bilcümle mağdurların şarkısı, düşsüz bırakılanların düşüydü o.
Herkesin sustuğu bir zamanda, “Başkaldırıyorum!” diyebilendi o.
 O, ne kayıp çocuklarını arayan Cumartesi Anneleri’ni yalnız bıraktı ne de İslamcı öğrencilerin başörtüsü mağduriyetine sessiz kaldı. Ne memleketin kibirli ve münevver solcuları onu anladı ne de sağcısı, İslamcısı…
 
 “Ben, klasik bir kadere teslim olmak istemiyor ve öldükten sonra değil, şimdi anlaşılmak istiyorum.”

DELİKANLIM İYİ BAK YILDIZLARA-DENİZ GEZMİŞ

DELİKANLIM İYİ BAK YILDIZLARA-DENİZ GEZMİŞ

Delikanlım!
İyi bak yıldızlara, onları belki bir daha göremezsin...
Belki bir daha yıldızların ışığında kollarını
ufuklar gibi açıp geremezsin...
Delikanlım! Senin kafanın içi yıldızlı karanlıklar kadar
güzel, korkunç, kudretli ve iyidir.
Yıldızlar ve senin kafan kâinatın en mükemmel şeyidir.
Delikanlım! Sen ki, ya bir köşebaşında
kan sızarak kaşından gebereceksin ya da bir darağacında
can vereceksin. İyi bak yıldızlara, onları göremezsin bir daha.
Delikanlım! Belki beni anladın belki anlamadın. Kesiyorum sözümü.
Sevmek mükemmel iş, delikanlım. Sev bakalım...
Madem ki kafanda ışıklı bir gece var, benden izin sana,
sev sevebildiğin kadar...
Nâzım Hikmet
 
 
Baba... O gün senin nizamiyeden yolladığın pusulayı aldım.
Aslında endişelenmen için bir sebep yok. Burada tahmin edemeyeceğin kadar rahatız. Şimdi güneşe de çıkıyoruz. Sekiz arkadaş bir arada kalıyoruz. Yemekler ise çok iyi. Bu nedenden masrafımız çok az oluyor.
Yakında mahkemeye çıkacağız. Ben durumu iyi görüyorum.
Gazetelerde falan yazıldığı gibi değil.
İdam falan verecekleri yok. Ziyaret serbest olunca
sana haber vereceğim.
Anama, ağabeyime ve Hamdi’ye selam...
(Deniz Gezmiş- 28 Haziran 1971/ Mamak)