GENÇ WERTHER’İN ACILARI
Genç Werther'in Acıları, Werther adındaki üst sınıftan, eğitimli ve zeki bir ressamın çalışmalarını sürdürmek için gittiği kentte, soylu bir ailenin güzel kızı Lotte ile intiharına kadar kurmuş olduğu ızdırap dolu münasebetini konu alır.
Lotte kayıtsız değildir Werther’in aşkına ama ne var ki nişanlıdır ve verilen sözler, ahlakî değerler önemlidir. Artık evli olan Lotte’nin yanında bir aile dostu olarak yer almaya devam edecektir genç adam. Aşk ve dostluk arasındaki sınırı geçmekten korkan Lotte’nin bir daha görüşmemeleri gerektiğini bildirmesiyle dünyası başına yıkılacaktır.
Werther'in bu acıya dayanması ise imkânsızdır.
Genç Werther'in Acıları, Johann Wolfgang von Goethe tarafından 1774 yılında iki haftada yazılmış mektup romandır. Goethe, bu romanı yazdığında henüz 25 yaşındaydı. Romanın piyasaya çıkmasının ardından hem pek çok intihar vakası ile karşılaşılmış, hem de Almanya sokakları bir "Werther salgınına" uğrayarak, ortalığı mavi ceket, sarı pantolon giyen duygulu gençler istila etmiştir. Kendi hayatından izler taşıyan Goethe'nin Werther'i, toplumsal zorunluluk ve bireysel tutkuların arasındaki ilişkiyi çok açık biçimde gösteren dünya edebiyatının öncü eserlerindendir.
BİR İDAM MAHKÛMUNUN SON GÜNÜ
Devrimlerle kralların ve tanrıların indirildiği tarih sahnesinden, artık celladı da alaşağı etmek adına yazılmış bir kitap. İdam cezasının kaldırılması uğruna bir ağıt.
Hayatının beş yılını darbe ile başa gelen Louis Bonaparte’ye karşı çıktığı için sürgünde geçiren Victor Hugo’nun Sefiller’inin adım adım ayak seslerini duyacağınız bir başkaldırı güncesi, bir başyapıt.
“Hey, size sesleniyorum! Bu sayfalar size yanıldığınızı söyleyecek. Belki bir gün yayımlanırlarsa, aklın çektiği acı üzerine kendi aklınız da birkaç dakikalığına duracak. Çünkü asla şüphe etmediğiniz, üzerinde hiç düşünmediğiniz şeyleri anlatacak burada yazılanlar. Acı çektirmeden can aldığınızı, zafer kazandığınızı sanıyorsunuz, öyle mi? Asıl mesele burada işte! Ruhumun çektiği acının yanında, sizin bedensel acınızın değeri ne? Yasalarınız korku dolu. Hepsi dehşet ve af dileme üzerine kurulu. Ama bir gün gelecek, bir sefilin en son sırları olan bu anılar sizin bütün yasalarınızı silip süpürecek!”
HAYVAN ÇİFTLİĞİ
Bir çiftliğin ezilen hayvanları, insanların onlara uyguladıkları zulme karşı çıkarak bir isyan çıkarırlar ve çiftlik sahibi Mr. Jones’u devirip yönetimini ele geçirirler. Çiftliğe özgürlük ve eşitlik temelli yeni bir düzen getirirler, fakat aralarından bir grup seçkin, Napolyon ve Kartopu isimli iki domuzun öncülüğünde yavaş yavaş kontrolü ele alır. Eşitlik ve kardeşlik düşüncesiyle yola çıkan hayvanların ideallerine, tüm gücü kendinde toplayan liderleri tarafından ihanet edilir. Eskiden yaşadıkları zulüm ve yoksunluğu tekrar yaşayan hayvanlar baskıcı rejim altında ezilmeye devam ederken otorite sahipleri değişse de otoritenin değişmediğini göreceklerdir.
George Orwell, gerek yazdığı kitaplar ve denemeler, gerekse kişiliği, ideolojisi ve eylemleriyle 20. yüzyıla damga vuran İngiliz edebiyatının öncü isimlerindendir. Eserlerinde yer alan netlik, zekâ, toplumsal adaletsizliğe karşı farkındalık ve totalitarizme karşı duruşu onun imzası niteliğindedir. Orwell'ın mecazî bir dille kaleme aldığı, fabl tarzındaki Hayvan Çiftliği, siyasi hiciv geleneğinin ve distopyanın çağımızdaki en iyi örneklerindendir.
1984
“SAVAŞ BARIŞTIR. ÖZGÜRLÜK KÖLELİKTİR. CAHİLLİK GÜÇTÜR.”
Teknolojinin son derece geliştiği ve bu teknolojiyle herkesin kontrol altında tutulduğu bir dünya... Okyanusya topraklarında baskıcı rejimin kontrolünde olan halk, çok katı kuralları olan bir parti ve partinin lideri Büyük Birader… Halk tele-ekranlar aracılığıyla parti tarafından izlenir ve halkın her şeyi kontrol edilir, kişisel düşünceleri bile. Korku, propaganda ve beyin yıkama ile halk ve hayat manipüle edilir.
George Orwell’ın başyapıtlarından Bin Dokuz Yüz Seksen Dört 20. yüzyılın en popüler distopik romanlarındandır. Yazıldığı dönemden günümüze güncelliğini hiç kaybetmeyen etkileyici, düşündürücü ve sınırları zorlayıcı eser âdeta geçmiş ve geleceğin yankılanan ayak sesidir.
George Orwell, gerek yazdığı kitaplar ve denemeler, gerekse kişiliği, ideolojisi ve eylemleriyle 20. yüzyıla damga vuran İngiliz edebiyatının öncü isimlerindendir. Eserlerinde yer alan netlik, zekâ, toplumsal adaletsizliğe karşı farkındalık ve totalitarizme karşı duruşu onun imzası niteliğindedir.
İVAN İLYİÇ'İN ÖLÜMÜ
Yüksek rütbeli yargıç İvan İlyiç için hayatındaki her şey olması gerektiği gibidir. Serveti yerindedir, toplum tarafından saygı duyulur ve en önemlisi çevresindeki olayları kontrol edebilme yeteneği hâlâ daha kendisindedir. Fakat bir gün İvan İlyiç, hayat yolculuğunda baş edemeyeceği bir arkadaşla tanışır: Ölüm. Bu andan itibaren kurulu olan bu düzen birdenbire altüst olur.
Amansız bir hastalığa yakalandığını öğrenen İvan İlyiç için hayat artık kontrol edemeyeceği, servetinin değersiz olduğu, şöhretinin geçersiz sayıldığı ve gün geçtikçe daha karamsar sabahlara uyandığı bir hâle bürünür.
Tolstoy’un din değişikliğinden kısa bir süre sonra yazdığı İvan İlyiç’in Ölümü geç dönem kurguları arasında başyapıt olarak görülmektedir. Tolstoy, bu eserinde insanın ölümle yüzleşmesini, ölüme yolculuk yaparken hissedilen çaresizliği ve geride kalan “canlı cesetlerin” bencilliğini vurgulayarak okura aktarmaktadır.
KREUTZER SONAT
Beethoven'ın Kreutzersonate isimle piyano-keman bestesinden adını alan Kreutzer Sonat, hem yayımlandığı dönemde Rusya’da hem de diğer yıllar içinde yayımlandığı farklı ülkelerde çeşitli yollardan sansüre uğrar. Tolstoy’un en çok tepki alan eserlerinden biri olurken aynı zamanda yazarın kiliseden aforoz edilme sürecini başlatan adımlardan biri hâline gelir.
Ana karakter Pozdnişev, bir tren yolculuğunda karşılaştığı insanlara kendi evlilik hayatını, kıskançlık krizlerini, korkularını ve geçmişindeki karanlık düşünceleri aktarır. Pozdnişev’in anlatımında ve dinleyicilerin verdiği tepkilerde Rus toplumunun kadın-erkek ilişkisine, evliliğe bakış açısına ve ahlakî değer yargılarına ağır eleştiriler gönderilir.
Tolstoy’un derin bir bunalımın içindeyken kaleme aldığı Kreutzer Sonat’ın yazarın tiyatrocu bir arkadaşından ilham alarak yazılmış olduğu düşünülmektedir.
İTİRAFLARIM
İtiraflarım, Tolstoy’un uzun yıllar boyunca düşüncelerini işgal eden içsel arayış neticesinde ortaya konulmuş bir eserdir. Dünya edebiyatına büyük başyapıtlar bırakan yazar, bu eserinde edebî derinlikten ziyade sorgulayıcı bir gerçeklikle karşımıza çıkar.
Felsefeyi, dinî düşünceyi, ahlaki değerleri ve hayatı derinlemesine irdeleyen Tolstoy, bu eserini kaleme aldığı dönemde aynı derinlikte ruhsal bir krizin içinde bulunmaktadır. Bu bunalımla birlikte kendi varlığını sorgular ve hayatla ölüm arasındaki ilişkiden bilimle din gerçekliğine doğru tarafsız bir şekilde yol alır.
İlk olarak 1882’de bir dergide yayımlanmak istenen İtiraflarım, Doğu Ortodoks Kilisesi tarafından sansüre uğramıştır. Bu nedenle eserin ilk baskısı 1884 yılında Cenevre’de yapılmıştır. İlk tam Rus baskısı ise ancak 1906’da yayımlanabilmiştir.
ÇOCUKLUĞUM
Çocukluğum, Tolstoy’un yayımlanan ilk eseri olmasına rağmen çarpıcı dili, karakter derinliği ve yalın konusuyla yazarın edebî dünyada kabul görmesine yol açan bir başyapıt hâline gelmiştir. Yarı otobiyografik roman olan bu eserde Tolstoy’un çocukluğundan ve çevresindeki insanlardan derin izler okura aktarılmaktadır. 10 yaşındaki Nikolay’ın çocukluk dünyası, hayal gücü, duygu ve düşünceleri aslında Tolstoy’un kendi çocukluk dönemini takip ederek çizilmiş bir yol haritasıdır. Ebeveyn-çocuk ilişkisini, çocukluğun masum tarafını ve duyguları keşfetme macerasını konu alan Çocukluğum, aynı zamanda yazıldığı dönemin gerçekliğini ve sorunlarını da gözler önüne sermektedir.
Tolstoy, bu eseriyle hem kendi geçmişine vurgu yapmıştır hem de geleceğe seslenerek nesiller boyunca miras bırakacağı büyük eserlerinin temel adımını atmıştır.
PALTO
Gogol’ün gözlem ve ince ironi yeteneğini had safhada öne çıkaran Palto isimli eseri hayatında işinden başka hiçbir uğraşı olmadan yaşayan sıradan bir memur olan Akaki Akakiyeviç’in mücadelesini konu edinir.
Rusya’nın çetin kış günlerinde eskimiş paltosu ne “küçük adam”ı soğuktan koruyabiliyordur ne de Akaki’nin yeni bir palto alacak gücü vardır. Canhıraş bir uğraşla parayı denkleştirdiğinde ise kendisi ve paltosunun başına geleceklerden habersizdir.
Yoksulluk ve makama bağlılık, Akaki Akakiyeviç titizliğiyle birleşince zorlu doğa koşulları gibi soğuk olan uzaklık ve içe dönük sorgularla teslim alıyor herkesi.
Dostoyevski’nin “Hepimiz Gogol’ün Palto’sundan çıktık!” dediği, Nikolay Vasilyeviç Gogol’ün hiciv dolu yaklaşımıyla kaleme aldığı bu uzun öykü, yalnızca Rus edebiyatının değil dünya edebiyatının da öncülerindendir. Palto ve Roma’yı özenli edisyon ve çevirisi ile siz okurlarımıza sunuyoruz.
NEVA BULVARI
Görünen tüm güzelliklerin, bizi içine çeken hayal ötesi yanı vardır her zaman. Aşk, tutku ve sıradanlık, rütbe-makam tanımadan çıkıverir karşımıza ve bizi alır götürür. Tıpkı ölüme sürüklenen genç Piskarev gibi. Neva Bulvarı, Petersburg’un her cenahı kendinden menkul, eşsiz karmaşasıdır. Tüm sefalet ve ihtişam oradan geçip gider, hayata karışır. Genç subay ve ressam arkadaşların aşkları üzerinden Çarlık Rusyası’nın sosyal çatışmalarını okura gösteren, yaşatan Gogol, Nabokov’un söylediği tuhaflıkla dehasını gözler öne seriyor.
Nikolay Vasilyeviç Gogol’ün hafızalarda en çok yer etmiş, hicivli kurgusu olan Burun, dokuzuncu dereceden memur Kovalyev, burnu yüzünü terk edip kendi hayatını yaşamaya başladığında artık saygınlığı olmayan, sade bir memur olduğunu düşünmüştür. Çünkü burnu Petersburg sokaklarında saygın bir memur kisvesinde çoktan gezinmektedir.
Bize ait olan bizimdir. Bizim olmayan zaten çekip gidecektir. Binbaşı Kovalyev, kaybettiği onurunu ve toplumsal yer edinim mücadelesini aslında hırsıyla kaybettiğinin farkında değildir.
Askerî birliklerin kasabaya gelmesiyle her yer şenlenmiştir. Rusya burjuvazisi akşam yemeklerinden ve eğlencelerden çıkmamaktadır. Bu yemeklerden birinin en gözde konusu arabalar ve pek tabii faytonlardır. Sosyal sınıflar arasındaki derin uçurumu tüm çıplaklığı ve ironikliğiyle mühim bir figür üzerinden anlatır Gogol; dile dolanmış bir Fayton.
BİR DELİNİN HATIRA DEFTERİ
Küçük adamlar büyük makam ve rütbe tutkusunun bedelini, ruh sağlığını kaybederek ödemektedir.
Nikolay Vasilyeviç Gogol Rusya’nın çürümüş bürokrasisini, gerçekçi kalemiyle küçük adamlar üzerinden anlatmaktadır. Bir Delinin Hatıra Defteri’nde orta hâlli bir memurun âşık olduğu kadın tarafından fark edilmeyi arzularken günden güne delirip kendini İspanya Kralı ilan etmesine kadar süreci anlatırken Portre’de ise yoksulluk içinde yaşayan yetenekli ressam Chartkov’un bir dükkândan satın aldığı gizemli portreden sonra önüne sunulan iki yoldan birini seçerken yaşadığı tereddütü anlatmaktadır.
Gogol ile birlikte Rus edebiyatı, Batı etkisinden kurtulmuş, kendi kimliğini kazanmaya başlamıştır. Gerçekçi fakat bir o kadar da fantastik karakterler dönemin Rusya’sının ta kendisidir.
Hikâyelerinde günlük hayatı ve bayağı kişilikleri, zaman zaman mizahî zaman zaman öfkeye varan bir şekilde yeren Gogol’ün kahramanları “Bir Delinin Hatıra Defteri”nden fırlamış gibidir, anlatıcılar tüm hayret edici “Portre”leriyle okura özenli çeviri ve edisyonu ile takdim edilmiştir.
VİŞNE BAHÇESİ
Derebeylerin çöküşe geçtiği, burjuvazinin yükselişe geçtiği dönemde, zevküsefa içerisinde yaşayan Madam Ranevskaya ve kızının, gösterişli hayatları uğruna kaybettikleri Vişne Bahçesi… Yitirilen bahçe ile birlikte ayrı düşülen çocukluk anıları…
Çehov, Vişne Bahçesi isimli yapıtında dönemin dönüşümlerini kabullenememiş aristokrat bir ailenin hazin hikâyesini titizlikle, dokunaklı biçimde anlatmaktadır. Rusya'nın tarihini, basit bir hikâye görünümünde, sıradan insanların hayatlarına yansıtan usta yazar aynı zamanda genel kanının aksine, Vişne Bahçesi'ni dramdan ziyade komedi hatta yer yer fars olarak tanımlamıştır. Çehov’un karakterleri trajik bir sesle şöyle seslenir okurlara:
“Bu evi sonsuza kadar bırakırken susabilir miyim, tutabilir miyim kendimi, veda duygularımı dile getirmeden; şu anda, ruhumu ve tüm benliğimi dolduran...”
VANYA DAYI
Umutsuz, amaçsız, hayal kırıklığı ile dolu hayatlara adanmış Vanya Dayı, Çehov’un 1889 yılında yazdığı bir oyundan dönüştürülmüştür. Karamsar atmosferi paylaşan atalet dolu karakterlerle bezeli bu hikâyede pişmanlık ve sıkıntılı ruh hâli anlatı boyunca mücadele edilen başat duygu durumlarıdır. Karakterler kendilerince hayat mücadelesini kaybetmiştir, fakat tüm bu canhıraş uğraşın sebebi gizini korumaktadır. Çehov, alışık olduğumuz kahramanlaştırmadan kaçarken Çarlık Rusyası’nın içerisinde bulunduğu histerik atmosferi de okuyucunun gözleri önüne sermiştir.
“Yaşamaktan başka elimizden gelen ne var ki? Yaşayacağız, Vanya dayı! Uzun günler, akşamlar geçireceğiz. Kaderin, alnımıza yazmış olduğu bütün imtihanlara, sabırla dayanacağız… Dinleneceğiz!.. Melekleri dinleyeceğiz, elmasla kaplı gökyüzünü göreceğiz. Tüm dünyevi kötülüklerin, tüm acılarımızın, bütün dünyayı dolduracak olan merhametin içinde boğulduğunu göreceğiz ve hayatımız dingin, yumuşak, hoş olacak; inanıyorum, inanıyorum buna…”
ÜÇ YIL
Rus edebiyatının kült eserlerinden biri olan Üç Yıl adlı eserinde Çehov evlilik kurumuna dair derin bir sorgulamaya girişir. Aşka dair ümitvâr bir tavrın hüküm sürdüğü novellada, hayat yolculuğunda paylaşılan acıların, sevinçlerin ve yaşantıların ilişkiler üzerindeki etkileri ve bireylerin ulaştığı güvenilir sevgiler akıcı bir dille anlatılmıştır. Genç Yuliya ve tüccar eşinin hikâyesi aynı zamanda okuyucuyu devrim öncesi Moskova sokaklarına götürmekte, döneminin psikolojik tahlilini büyük bir titizlikle sunmaktadır.
“Üzerinden pek zaman geçmeyen ve kendisinin de katıldığı uzun Moskova muhabbetlerini -sevgisiz yaşanılabileceğine, tutkulu bir aşkın aslında psikoz olduğuna, nihayetinde sevgi diye bir şeyin olmadığına, sadece karşı cinsiyetlerin birbirine karşı çekimleri olduğuna dair muhabbetler ve buna benzer şeyler- hatırlıyordu. Hatırlıyor ve üzülerek, eğer şimdi ona sevginin ne olduğunu sorsalar ne cevap vereceğini bulamayacağını düşünüyordu.”
ÜÇ KIZ KARDEŞ
Üç Kız Kardeş isimli oyununda aristokrasinin artık hükümranlığını yitirmeye başladığı 20. yüzyılın başlarını konu edinen Çehov, Maşa, İrina ve Olga isimli taşrada yaşayan ve zarafet dolu düşlerle Moskova’ya gitmeyi hayal eden üç kız kardeşin trajik ve hayatın gerçek dinamikleriyle temelden çelişen hikâyesini okuyucuya anlatıyor. Andrey’in ağzından taşra sıkıntısını ve Moskova hayallerini şöyle aksettirir Çehov:
“Moskova'da koskoca bir restorana gidip oturduğunda kimse tanımaz görmez seni. Kendini el gibi sanmazsın en azından. Ama burası gibi küçük yerlerde bunu yapamazsın işte. Herkes tanır seni... Yabancısındır... Yalnızsındır hem de yapayalnızsındır...”
Modern tiyatronun önemli dönüm noktalarından biri olan Üç Kız Kardeş, şunu söylüyor:
“Dünyadaki her şeyin ağır aksak da olsa değişime uğraması kaçınılmazdır.”
MARTI
Durum hikâyesinin kurucusu sayılan Anton Çehov’un, tiyatro edebiyatının da en önemli temsilcilerinden biri hâline gelmesi,iyi bir gözlemci olmasından ve belki de yaşadığı dönemin güçlüklerini gerçekçi bakış açısıyla yakalayabilmesinden ileri gelir.
Eserlerinde genellikle toplumsal konuların üzerine eğilen Çehov,
bu sanat eserinde, aslında hayat sahnesinden kesitler de sunar. Tiyatroda yenilik arayışına giren karakterin aykırı görünümü, dolayısıyla anlaşılmazlığı, yalnızlığı, hayal kırıklığı yaşamın ta kendisi gibidir. Sahnenin, güneşin batmasıyla başlaması bile bu yalnızlık ve çekimserlik hissinin en başat ögelerinden sayılabileceği gibi insanın iç dünyasındaki çelişkileri de açıklar.
Martı, hayatın türlü açmazlarını bir arada işleyerek âdeta toplumun bir kesimine sahne üzerinde ışık tutar.
Bu keyfiyet, karakterlerin kolayca içselleştirilmesini sağlamakla beraber esere duygu yoğunluğu yüksek bir hava katar. Çoğu zaman düşündürücü diyaloglar etrafında şekillenen ve
herkesin farklı karakteristik sergilediği eserde, insana dair ne varsa Çehov’un duygu yüklü kaleminde kendine yer bulur: hırs, tutku, özlem, korku, kıskançlık, umut, öfke, sevinç ve tabii ki aşk…
BOZKIR
Çehov’un Bozkır isimli anlatısı Ukrayna bozkırlarına uzanan bir yolculuk hikâyesidir. Küçük yaşta annesinden ayrılarak dayısıyla uzun bir yolculuğa çıkan 9 yaşındaki Yegoruşka, ilk kez kendisini yaşayan, capcanlı bir dünyanın içerisinde bulur.
Genç Yegoruşka’nın gözünden Rus toplumunun farklı katmanları, toplumun 9 yaşındaki bir çocuk üzerinde bıraktığı etkilenimler, duygular, izlenimler hepsi ustaca, büyük bir gerçeklikle, âdeta ayna tutarcasına anlatılmıştır. Anlatının ismi kulağa oldukça yavan gelse de Çehov şairane üslubuyla kalemini korumuş, Bozkır’ı ana karakterlerden biri hâline getirmiştir. Doğa ve insan birlikteliği, yanı sıra çatışmasını merak eden okurlar için başlıca yapıtlardan biri: Bozkır.
“Güneş ortalıktan çekilir çekilmez gündüzün eziyetlerinin ve boğucu sıcağın çektirdiklerinin yerini, çevreyi kaplayan ince bir sis, geniş göğsüyle engin bozkırı içine çeken bir ortam alır. Karanlıkta darmadağın olmuş, göze görünmeyen otlar arasından gündüzün işitilmeyen şen şakrak ve gür sesli bir şamata yükselir. Çıtırtılar, ıslıklar, cırıltılar arasında bozkırın kendine özgü basları, tenorları, sopranoları birbirine karışır; akışına kendinizi kaptırıp iyi şeyle anımsayacağınız, hüzünlenip duygulanacağınız kesintisiz, tekdüze bir senfoni oluşur.”
ALTINCI KOĞUŞ
Çehov’un Altıncı Koğuş isimli novellasının odak noktası İvan Dimitriç ve Doktor Andrey Yefimiç arasında geçen ve bütün anlatıyı kuşatan felsefi temelli diyaloglar, sorgulamalardır. Sorgulamaların tetikleyici karakteri İvan Dimitriç, bir taşra kasabasında kapatıldığı akıl hastanesinde kurtulamadıkları adaletsizliğe, yaşam koşullarının gün geçtikçe daha da kötü olmasına isyan ederken ve hatta bir çıkış yolu arıyorken, Doktor Andrey Yefimiç tüm bu protest tavrı görmezden gelmektedir.
Ta ki kendisi de delilik zincirine vurulana değin…
Çehov, döneminin aydının ülkede yaşanan politik ve sosyal meselelere karşı sınırlı duruşunu delilik olarak addetmiş, üslubunun incelikleriyle okuyucusunu her defasında
6 numaralı koğuşa kapatmıştır, Lenin’i bile...
“Ne yapacağınızı mı soruyorsunuz? Sizin için en iyi şey, buradan kaçmak. Ama maalesef ki bu, faydasız olacaktır. Sizi mutlaka yakalarlar. Bir toplum kendini suçlulardan, akıl hastalarından ve onları rahatsız eden kişilerden korumaya çalıştığında, durdurulamaz hâle gelir. Bu durumda size, yapacak tek bir şey kalır: Burada kalmanızın gerekli olduğu düşüncesiyle sakinleşmek.”
ASİ ÇAKILTAŞI 6.PERDE
O benim kalbimi taşıyan damardı.
Karan’ın tüm hayatını ve inançlarını değiştirecek büyük sır, tam da Asi ile aralarındaki aşkın alevleri her yanı sardığında, Asi’nin birdenbire kaçırılması ile ortaya çıkacaktır. Şimdi Karan’ı koruma ve iyileştirme sırası Asi’dedir ve Asi çıktığı kozanın içinde büyüttüğü güçlü kanatlarını açarak sevdiği adamı kanatlarının içine alır. Birlikte beklemedikleri bir sağanağa tutulurlar. Bu yağmur, şimdiye dek ıslandıkları en kuvvetli yağmur olacaktır.
Karan Ali Çakıl’ın benim için cennetten gönderildiği günü hatırlıyordum. Cehennemdeki cezam işte tam da o gün sona ermişti. “Gece dışarıda kapkaranlık, sen nasıl bu yatakta güneş gibi doğuyorsun?” diye sordu yavaşça, sesini taşıyarak yüzüme akan sıcak nefesini hissettim. Bakışları hızlıca yüzümün her noktasında dolaştı. “Gözlerindeki gamzeler de güneşin bile silemediği yıldızların mı?”
ASİ ÇAKILTAŞI 5.PERDE
Beklediği kişi gelmediğinden ölemeyen o insandım;
ölüm döşeği yaşadıklarımdı.
Asi Merve ile Karan Ali, verdikleri büyük bir kayıp ile birlikte birbirlerinden başka kimseleri olmadığını hissetmeye başladıkları acı bir dönemde, Asi bu dünyada hâlâ yaşamak için savaşan küçük bir kız çocuğuyla karşılaşır ve ondan hayat ile ilgili yeni dersler almaya başlar. Küçük kız çocuğu, Asi’nin hayatındaki birçok yanlışı temele inerek değiştirecek, Asi ve Karan üçüncü bir kayıp daha vermemek için savaşmaya başlayacaklardır. Tüm bunlar olurken geçmişten bir dost, Karan’ın kapısını çalar.
Tanrı, ölen çocuklar için cennette bir oyun parkı inşa etmiş, duydun mu? Parkın içine kar yağıyormuş ama hiç soğuk olmuyormuş; güneş yanarak parlıyormuş ama asla yakmıyormuş. Ölü çocuklar terlemiyor, düşse bile canları yanmıyor, asla hastalanmıyor, hiç yorulmuyormuş.
ASİ ÇAKILTAŞI 4.PERDE
İçimdeki kız çocuğu kendini nefes boşluğundan vurdu.
Asi Merve için artık her şey sandığından daha zordur. Verdiği büyük kaybın ruhuna bıraktığı emareler onu günbegün değiştirmeye başlarken, Karan bu değişim boyunca her zaman yanında olduğu Asi’yi tüm kötü ihtimallerden korumak için uğraşıyordur. Kaybı yüzünden en çok kendini ve akabinde en büyük yarası olan babasını suçlayan Asi, dönüşü sancı verecek korkunç bir yola girerken, nefesi ve tüm hücreleriyle ona bağlanan Karan da bu yola onunla beraber sürüklenir.
“Nefes boşluğumsun,” diye fısıldadı Karan dumanlı bir sesle.
Yutkundum. “Soluk boşluğumsun,” diyebildim, sesim titriyordu.
ASİ ÇAKILTAŞI 3.PERDE
Sanki bir mezarım vardı, yerini ondan başka kimse bilmiyordu.
Karan, Asi’nin yaralarını yavaş yavaş iyileştirirken, Asi artık hayatını usulca yoluna koymaya başladığını hisseder. Kelebeğin parçalanan kanatları yavaşça birleşiyordur ve karşısındaki adama gitgide daha da bağlanarak kördüğüm olan Asi, hislerinin bu denli büyük bir şiddetle büyüyerek onu ele geçirmesinden korkmaya başlar. Durdurulamaz bir şekilde birbirlerine karışan kelebek ve sığınağı için aşağı sarkan idam ipi, ucunda yeni acıları taşımaktadır. Asi, ruhunun bel kemiğini kıran bir olayla karşılaşır ve artık her şey daha karanlıktır.
“Şimdi sana nasıl dokunsam zamanı delerim ben?” Durdu, anlayamamıştım, zaman da bizimle birlikte durdu. “Şimdi sana nasıl dokunsam,” dedi tekrardan, sesi artık daha kısıktı, sanki bana bir sırrını fısıldıyordu. “Zaman dokunmaz bize?”
ASİ ÇAKILTAŞI 2.PERDE
Saatin anahtardan akrebi beni çocukluğumdan soktu.
Babasıyla ipleri tamamen koparan Asi, artık iyileşemeyeceğini hissettiği bir noktadan kırılır. Bu kırgınlık, beraberinde büyük bir değişimi ve atılacak yeni bir adımı tetikler. Artık Asi, parçalanmış kanatlarıyla da uçabileceğine inanıyordur. Karan ile aralarındaki bağ gitgide güçlenirken, Karan’ın kanatları her zamankinden daha büyük, daha güvenli bir şekilde Asi için açılır. Kelebek ve sığınağı, yeni bir yola girmek üzeredirler.
“Kelebek yağmurun kollarında,” diye fısıldadım.
“Yağmur korkuyor,” diye fısıldadığında tenime düşmeye başlayan yağmur damlalarının ruhuma bıraktığı siyah izleri hissettim. Yağmur başlamıştı.
“Kelebek korkusuz.”
ASİ ÇAKILTAŞI 1.PERDE
Dışarıda devam eden bir hayat, içimde kalbi
duran bir kız çocuğu vardı.
Asi Merve Karakuyu, ailesi ve kendisiyle devamlı olarak savaş veren genç bir üniversite öğrencisidir. Ansızın bastıran yağmurun kelebeğin kanatlarını ıslatması gibi hayatına birdenbire giren esrarengiz bir adam, Asi’nin hayatını kökten değiştirmeye başlar. Asi ne kadar kaçmaya çalışsa da kader ağlarını her seferinde karşılaşmaları için örecektir.
“Kelebeğin kanatları ıslanırsa parçalanır,” dedi bana yavaşça. “Ama sen zaten paramparçasın küçücüğüm.” “O zaman bırak,” dedim. “Islanayım.”
BARIŞ MANÇO - YAZ DOSTUM
Barış Manço dünya için benim memleket derdi, bütün sınırları ve sınıfları yok sayarcasına. O kendi tabiriyle Barış Çelebi idi, Türkçe’nin derinliği ile Batı müziğinin formlarını eşsiz şekilde buluşturdu. Barış der ki, diye başladı; Dadaloğlu, Karacaoğlan misali. Herkesin, her gün yanı başında gördüğü Sarı Çizmeli Mehmet Ağa’yı anlattı, her gün evinin penceresinden duyduğu, Domates Biber Patlıcan nidasını. Kendine has kıyafetleri ve alışılmışın dışında tarzı ile herkesin Barış Abisi oldu. Sevenlerinin mektup arkadaşıydı o: Moda 81300. Ölüm uzaktır Barış Manço’dan, kendisinden biliriz bunu: Fizik varlığınız itibarıyla bu dünyadan ayrılınca ölmüş olmazsınız. İsminiz ne zaman artık anılmıyorsa bu dünyada, o gün hem ölmüş hem de unutulmuş olursunuz.
Birol Öztürk’ten tafsilatlı bir Barış Manço biyografisi:
Barış Manço Yaz Dostum
Unutmayanlara, milyonlara...
MİLENA'DAN MEKTUP VAR
Franz Kafka, gerçeklikleri sahteliklerin altına gizleyen zihinlerin yansımasıdır. Kopuş, vazgeçiş, aykırılık sembolü ve kendinde saklanan bir adamdı.Korkutucu, anlaşılması zor ve sıra dışı olması hatta tahmin edilemez tanımı onu daha iyi anlatan kelimeler. Franz ile ortaklığımız; babasızlık, sevgisizlik, aşksızlık ve anlaşılamamak malzemeleriyle inşa edilmiş yalnızlık sarayı sakinleri olmamızla başladı.Birbirimiz için uçurumdan düşmek üzere olan insana uzanan el olduk. Gücümüz yettikçe birbirimize tutunduk. Frank’ın yüreği, benim eksiklerimi tamamlamaya başladığında dünyayı yeniden tanımaya başladım.
Benden bakınca Franz Kafka kim, kimimdi benim ve ben onun için kimdim, anlatmak istedim.
Kafka’yı bir de benden tanıyın…
Kafka’nın Sevgili Milenası
AŞİYAN 2 - DİVANE
Göğsümün hemen ortasında bir yangın vardı, alevler sardı ve biz içinde kaldık. Yandım, yanarken yaktım.
Onun o güne yüklediği anlamla benim yüklediğim anlam birbirini katletti. Her şeyin başladığı o yerde
ikimizin kıyameti koptu.
Şimdi aramızda yanan ateşin bir tarafında ben, diğer tarafında o vardı. Alevler yükseldiğinde avucumdaki yüzükleri attım o ateşe. Bu bizim kesin olarak bitişimizin en büyük göstergesiydi. Biz bitmiştik.
Ona ev olan kırık, yıkık, dökük kalbim artık bir yangın yeriydi ve o yangın sönene kadar sessizce bekledik. Geçmişimiz, hayallerimiz yandı ama kül olan biz olduk.
“Keşke,” dedi içtenlikle. “Keşke bu kadar güçlü bir kadın olmasaydın diyorum bazen.” O konuştukça duygularım birbirine karıştı. “Kimseye kaldıramayacağı dert yüklenmezmiş, insanlar gücü kadar sınanırmış.” Titrek, ızdırap dolu bir soluk aldı. “Senin derdin, senin sınavın ben olmak istemezdim.”
DEVİN
“Bu yaşanan olay da kâbusumun bir parçasıydı ve ben bu kâbusu peri masalına döndürmek için
elimden geleni yapmaya hazırdım.”
Menfaat uğruna babası tarafından hayatı başka birinin ellerine bırakılan Devin, hayattaki yegâne varlığı kızı Alya için yıllarca süren zulme boyun eğer. Genç kadının tahammülü tükenir; artık o hem bir katil hem de bir kaçaktır! Devin, kadere boyun eğmekten vazgeçip kendi yolunu çizmeye karar verir. Hayatının en büyük adımını atarak aşkın gerçek anlamını günden güne keşfederken şüphesiz hayatının en çaresiz savaşını verir. Kızı Alya ölümcül bir hastalığa sahiptir. Yaşanan her şeyle mücadele eden genç anne, kızının iyileşeceğini düşünerek yanlış bir tedaviye başvurur ve kendilerini hedef tahtası hâline getirir.
Bu serüvende ona eşlik eden adamı tanıdıkça tesadüflerin çarpıcılığı ile olaylar garip bir hâl alır. Geçmişin gölgeleri tıpkı zehirli sarmaşıklar gibi onu boğmaya ve yok etmeye çalışırken Devin, asla pes etmeyecek ve kanının son damlasına kadar savaşmaya devam edecektir.
Adının mânâsıyla kaderini yaşayan bir kadının;
Devin’in hikâyesi.
KÂHİN
Ateşli Kanatlar Serisi Iv
Beni hatırladınız mı?
Sevdikleri için her şeyi göze alan şu avcı kız.
Bir zamanlar her şeye sahiptim. Ama şimdi...
Tek sahip olduğum şey acı.
Bir örümcek ağı misali acıyla bezendi bedenim.
Beni kırdılar, bozdular, küçük aciz parçalara ayırdılar.
Şimdi dünya dediğim o yerde, uğruna savaşabileceğim tek bir kişi bile kalmadı.
Bana yoldaş olanların kanı gölgeme karıştı oradan ruhuma aktı.
Bu lanetli ruh peşindekileri kandırdı, onları kendi nihai sonlarına taşıdı. Kadim bir meleğin her şey sonlanmadan önce fısıldadığı gibi ben hiç var olmamalıydım. Ben de ona sesleniyorum şimdi.
“Eğer yazıyorsa defterde adım, al kalan son nefesimi.
Çünkü ben evreni onun verdiği son nefesle sildim...”
Unuttunuz mu beni?
Ben pek çoklarının rüyalarında dahi gördüklerinde korkup
aydınlığa sığındıkları şu lanetli prens, Aidanhell.
Kutsallığın içinde bir küfür misali parlayan ve kanayan,
nefretle bakılan. Tahtından aşkı için vazgeçen
ve yine o aşk uğruna binbir hale bürünüp yaşayan ve
yaşamayan tüm varlıkların diyarlarında savaşıp kaybeden,
damarlarında gezinen günahkâr kanı deli akan adam.
Yitip gittiğimi düşündüğüm bu seferde bir hilekârın sözleri beliriyor zihnimde.
Hilekâr fısıldıyor. Ben ise kaybıyla ruhumda açılan
kara delikte yavaş yavaş soluyorum. Fakat sonra bir söz incecik kalan ruhumu bu diyarda tutuyor.
“Bir yol daha var,” diyor kâhin.
Sonra açıyorum günahın harmanlandığı kızıl gözlerimi.
Sonsuzluk ve ötesinde, ruhum bedenimin esaretinden kurtulup
yeniden milyarca kez dirildiğinde dahi yine de onu bulacağım.
PROJE X - VENİ
Geçmişi Değiştirme Şansın Olsa,
Neleri Değiştirirdin?
“Yumruklarımız havada kalmayacaktı. Ama bir yere sertçe indirmenin bize bir faydası da yoktu. Bütün bu olanlara havaya kaldırıp kimseye vurmadığımız
yumruklarımızla son verecektik.”
2112 yılında insanlar ikiye ayrılmış ve sudan bulaşan bir salgınla uğraşmaktadırlar. Colony şirketinin önderliğinde yönetilen yeni dünya düzeni, gizli bir karargâhtaki beş kişi tarafından değiştirilmek istenmektedir. Salgında tüm sevdiklerini kaybeden Aron, başına geleceklere aldırmadan geçmişe giderek, bu düzeni değiştirmeye kararlıdır.
Aron ve arkadaşları yaptıkları kader programı sayesinde geçmişe dönerek,
geleceğin kurtarıcısı olarak gördükleri Eva’ya ulaşırlar. Gelecekten geldiğini söyleyen dört arkadaş karşısında Eva, esir tutulduğu odadan kaçmak için onları bir fırsat olarak görecektir. Sorunu çözmek için daha uzak bir geçmişe gitmeleri gerektiğini öğrendiklerinde, işlerin daha da karışacağından hiçbirinin haberi yoktur. Olaylar ilerledikçe yeni bir takım olmuş, kendilerini bir direnişin ortasında bulmuşlardır.
Ve kendileri asıl direnişin kurucularıdır.
Onlarla birlikte düzeni değiştirmeye hazır mısın?
Biz hazırız.
BİZE SEN KALA 1 - TEHLİKELİ DÜŞLER
“Ölümle dans ederken kendi ecelin olmayacaksın!
Bırak ölüm seni bulsun, sen ölümü değil.”
Kendini ondan nefret etmeye inandırırsa biricik tehlikesinden kurtulabilir miydi? Hâlbuki zifirî karanlıktan aydınlığa ulaşabilmek için önce tehlikeli sulardan geçmesi gerekiyordu.
“Sen benim içimdeki cehennemim, düşlerime musallat olan celladımsın!”
Adım adım ölümünü bekleyen bir adamın karşısına,
yolunu kaybetmiş bir aşk çıkarsa ne olur?
Mecburiyet üzerine kurulmuş bir evliliğin
sahipleri olan iki genç...
Hayatlarında tüm yaşanacaklar belirsizken,
birbirlerine verecekleri güven ve sevgileri tek çareleriydi.
Aşk; öyle bir illettir ki, kabuk bağlayan yaralarını
her defasında biraz daha kanatır. Yalnızca birkaç saniye
durdurması için şeytanla bile pazarlık edersin. İçindeki
kör sancıyı durdurması için ona verebileceğin her şeyini sunarsın;
yine de hiçbir şey acını dindirmeye yetmez.
FEVERAN - VEDA
“Gözünden akan tek bir damla yaşa kıyamadığım kadın bana ihanet etti..."
Yaşanan tüm acılar ve mutluluklar tek kalemde silinebilir miydi?
Yiğit Arslanoğlu, acı çekiyordu…
Asya ise bir girdabın içinde savruluyordu. Bir yanda sevdiği adam bir yanda kardeş bildiği kadın vardı. Birbirine gönülden bağlı iki insanın aşkı uğruna savaşmıştı.
Ancak Yiğit, bu savaşta karşısındaydı.
Yiğit ve Asya arasındaki koşulsuz aşk bu yalanı unutturabilir miydi?
Asya Arslanoğlu…
Masum, güzel ve bir o kadar da tutkulu bir kadın…
Yiğit Arslanoğlu gururuna ve o derin feveranına rağmen bu küçük kadının aşkına bir kez daha yenilecek miydi?
FEVERAN
Asya Özkurt...
Henüz yirmi yaşındaydı. Başına gelen bütün acılara boyun eğmişti. Onun acı dolu hikâyesi hayata gözlerini açtığı anda başlamıştı. Annesi doğum sırasında hayatını kaybetmiş, kızını kimsesiz bırakıp gitmişti... Öz babası tarafından annesinin ölümünden sorumlu tutulmuştu. Sonra, kendine bir şans tanıdı. Hayatın zorluklarıyla savaşmak istedi;
derken karşısına bir fırsat çıktı. Asya başına gelecekleri bilmeden kendi ayaklarının üzerinde durabilmek için hayatın ona sunduğu bu fırsatı kabul etti.
Yiğit Arslanoğlu…
Sert, despot ama bir o kadar da hisli bir genç adam…
Bir gün masmavi gözleriyle denizi kıskandırabilecek bir güzelliğe sahip Asya’yı gördü. O mavi gözler bu sert adamın kalbiyle buluşmuş, yüreğine bir ışık gibi doğmuştu.
O heybetli adam, bu küçük kadına
yenilebileceğini nasıl bilebilirdi?
Bir gün büyük sır ortaya çıkacaktı…
Ne var ki bu büyük sırrı, Yiğit saklıyordu.
Ve o zaman kazanan; ya aşk olacaktı ya da hicran…
ALTIN KİTAP
“Havaların ısınmasıyla birlikte başı dumanlı dağların yamaçlarındaki karlar erimeye başlamıştı. Eriyen karların suları önce küçük dereler hâlinde birikip daha büyük derelere karışırken, âdeta her bir su damlası yeniden buluşmanın neşesiyle birbiriyle selamlaşıyordu. Baharın gelişi, tüm canlılar için yeniden doğmak gibiydi.”
Huzur dolu ormanın kucağında yaşanan bu coşkuyu ve güzel bahar mevsiminin insanın içini ısıtan hikâyesini bölmek istemezdik ancak zaman, bizi gizemli bir hikâyeye doğru yol almak için zorluyor.
Farklı yeteneklere sahip dört kardeş evlerinde çıkan gizemli bir yangının ardından daha önce hiç tanımadıkları amcaları Cem Sayan’ın yanında kendilerini tuhaflıklarla dolu bir yaşamın içinde bulurlar. Görüntüsü ve yaşantısıyla son derece ürkütücü olan amca Cem Sayan’ın çocuklardan gizlediği pek çok aile sırrı vardır. Üstelik çıktıkları bu yolda kendilerini hiç hoş olmayan sürprizler de beklemektedir. Bakalım Sayan ailesinin dört küçük üyesi, anne ve babalarını bulabilecek mi?
İÇİNDE BİR SEN 2 - ASREMAN (CİLTLİ)
İçindekiler
• 8 Adet Özel Tasarım Tarot Kartı
• Ayraç
İstanbul yavaş yavaş buz tutmaya başlıyordu.
Boyut değiştirip artık Varta’nın pençeleri arasında olan Mahinev’i İstanbul’da aramaya devam eden kurtlar şehirden yavaşça çekildi ama şehrin buzu çözülmedi.
Yılanların nöbet tutmaya başladığı şehirde artık hiçbir şey eskisi gibi değildi.
Nigin Bağı’yla mühürlendiği kişinin kim olduğunu anlayan Mahinev, hafızasındaki eksik parçaları tamamlamak için bir yola çıkar. Yaşanan büyük tutulmayla beraber Varta’nın kapısı tehlikeli varlıklara açılmıştır.
Mahinev, babaannesinin rüyalar yoluyla haber vererek gitmesini istediği o tapınakta elmas bir yılan bedeni bulur, bulduğu yılan bedeniyle bir bağlantısı olduğunu fark eder.
Efken’in yoldaşlığıyla sırları yavaşça çözmeye başlayan Mahinev’i hedef hâline getiren güçlü bir düşman kapıdadır. Tüm bunlar olurken Efken ile arasındaki ilişkinin çok öncelere dayandığını öğrenen Mahinev, açığa çıkan sırlarla beraber güçlerini yavaş yavaş keşfetmeye ve düşmanla savaşmaya başlar.
İÇİNDE BİR SEN 2 - ASREMAN
İçindekiler
• 8 Adet Özel Tasarım Tarot Kartı
• Ayraç
İstanbul yavaş yavaş buz tutmaya başlıyordu.
Boyut değiştirip artık Varta’nın pençeleri arasında olan Mahinev’i İstanbul’da aramaya devam eden kurtlar şehirden yavaşça çekildi ama şehrin buzu çözülmedi.
Yılanların nöbet tutmaya başladığı şehirde artık hiçbir şey eskisi gibi değildi.
Nigin Bağı’yla mühürlendiği kişinin kim olduğunu anlayan Mahinev, hafızasındaki eksik parçaları tamamlamak için bir yola çıkar. Yaşanan büyük tutulmayla beraber Varta’nın kapısı tehlikeli varlıklara açılmıştır.
Mahinev, babaannesinin rüyalar yoluyla haber vererek gitmesini istediği o tapınakta elmas bir yılan bedeni bulur, bulduğu yılan bedeniyle bir bağlantısı olduğunu fark eder.
Efken’in yoldaşlığıyla sırları yavaşça çözmeye başlayan Mahinev’i hedef hâline getiren güçlü bir düşman kapıdadır. Tüm bunlar olurken Efken ile arasındaki ilişkinin çok öncelere dayandığını öğrenen Mahinev, açığa çıkan sırlarla beraber güçlerini yavaş yavaş keşfetmeye ve düşmanla savaşmaya başlar.
ÇOCUKLAR İÇİN SUDOKU - 5+ YAŞ - KES YAPIŞTIR
Süper bir zekâya sahip olmak ister misin?
Yeni bilgiler öğrenmek, uygulamak ve depolamak hiç bu kadar eğlenceli ve kolay olmamıştı!
Bu kitapta yer alan 22 adet SUDOKU etkinlikleri, çocuğunuzun bir yandan eğlenmesini sağlayacak bir yandan da mantıklı düşünme becerilerini harekete geçirecektir.
5 yaş ve üzeri çocuklar için hazırlanan bu etkinlikler 6x6 resimli karelerden oluşmaktadır. SUDOKU mantığıyla yerleştirilmiş her bir görsel aynı sütun ve satırda sadece 1 kez yer almıştır. Kitabın sonunda yer alan eksik parçalar makas yardımıyla kesilerek boş olan karelere yerleştirilmelidir.
Değerli ebeveynler ve eğitimciler;
Erken çocukluk döneminde çocuğun gelişimi ve öğrenmesi oldukça hızlıdır.
Çocuklar pek çok kaynaktan bilgi toplayarak öğrenir ve gelişirler. Bu kitap setinde, çocuğunuzun keyifli vakit geçirerek gelişimine katkı sağlayacak
etkinlikler yer almaktadır.