MADAM CURİE – BİLİMİN KRALİÇESİ

MADAM CURİE – BİLİMİN KRALİÇESİ

Bilimin kraliçesi Marie Curie’nin adım adım Nobel’e uzanan zorlu yolculuğu... Yaşadığı hazin hayata rağmen hayallerinin peşinde koşmaya devam eden ve asla pes etmeyen bir kadın düşünün. Kadınların eğitimden mahrum bırakıldığı bir dönemde yaşayan Marie, bize ne olursa olsun mücadele etmeyi ve vazgeçmemeyi öğretiyor. Maceraperest Curie’nin bu azim dolu yolculuğu, bilim dünyasının kraliçesini zamanın ötesine taşıyor. Peki siz maceracı ruhlar, Marie’nin çocukluğuna tanıklık etmeye hazır mısınız? Nasıl Dâhi Oldum? Serisi’nin her bir kitabı, tarihe ismini altın harflerle yazdırmış önemli sanat ve bilim insanlarının büyülü çocukluklarına kapı aralıyor.

LOUİS PASTEUR – MİKROPLARIN SAVAŞÇISI

LOUİS PASTEUR – MİKROPLARIN SAVAŞÇISI

Hayalet mikroplarla savaşan bir bilim insanı! Üstelik hem savaşçı hem de bir sihirbaz! Mikroplar ve bakterilerle mücadelenin en önemli yolunu bulup bizlere aşıyı armağan etti ve gıdaları uzun süre saklamanın yöntemini keşfetti. O, kendine inandı ve başardı!  Yaşına göre çok olgun ve ağırbaşlı olan küçük Louis hiçbir canlının acı çekmesine dayanamazdı ve bu duyguyla büyüdüğünde kendini canlıların sağlığı için bilime adadı. Gelin meraklı, heyecanlı ve çok çalışkan Louis’in neler yapabildiğine tanık olalım! Nasıl Dâhi Oldum? Serisi’nin her bir kitabı, tarihe ismini altın harflerle yazdırmış önemli sanat ve bilim insanlarının büyülü çocukluklarına kapı aralıyor.

LEONARDO DA VİNCİ – GERÇEK BİR DAHİ

LEONARDO DA VİNCİ – GERÇEK BİR DAHİ

Başarılı bir ressam, yetenekli bir müzisyen ve zeki bir mucit... Daha önce bu kadar çok beceriye sahip bir insan tanımış mıydınız? O, her zaman fikirlerinin ve meraklarının peşinden korkmadan gitmiş bir hayalperestti. Öğrenmekten asla vazgeçmeyen Leonardo da Vinci çok yönlü dehası sayesinde hem dünya tarihinin hem de İtalyan Rönesansı’nın en büyük ışığıdır. Sizce çocukken başından hangi maceralar geçmiş de resim ve müzikte çığır açmıştır? Haydi gelin, Leonardo da Vinci’nin büyülü yolculuğuna eşlik edelim!  Nasıl Dâhi Oldum? Serisi’nin her bir kitabı, tarihe ismini altın harflerle yazdırmış önemli sanat ve bilim insanlarının büyülü çocukluklarına kapı aralıyor.

ISAAC NEWTON – MODERN FİZİĞİN BABASI

ISAAC NEWTON – MODERN FİZİĞİN BABASI

Gökten bir elma düştü, içinden bilim çıktı! Başına düşen bir elmayla âdeta hayatı değişen sonra da bilim dünyasını değiştiren Newton, kendisi hakkında “Eğer ki diğerlerinden ötesini görebildiysem; bu, devlerin omuzlarında yükseldiğim içindir,” diyor. Siz de o devin omuzlarına çıkmaya hazır mısınız? Haydi doğanın kanunlarını yazan modern fiziğin babasını tanıyalım! Nasıl Dâhi Oldum? Serisi’nin her bir kitabı, tarihe ismini altın harflerle yazdırmış önemli sanat ve bilim insanlarının büyülü çocukluklarına kapı aralıyor.

GRAHAM BELL – TELEFON DİLE GELDİ

GRAHAM BELL – TELEFON DİLE GELDİ

Telefonu icat eden Alexander Graham Bell’in aslında sağırların sessizliğini ortadan kaldırmaya çalıştığını biliyor muydunuz? Bunu başaramadı ama her gün yeni bir özelliğe kavuşan telefonla aralarında kilometrelerce mesafe bulunan insanların birbirlerini duymalarını sağladı. Peki onu bu icatlara yönlendiren şey neydi? “ALO” sözcüğü nereden geliyor? Küçük Alexander nasıl bir çocuktu? Hadi hep birlikte Graham Bell’in büyülü yolcuğuna eşlik edelim! Nasıl Dâhi Oldum? Serisi’nin her bir kitabı, tarihe ismini altın harflerle yazdırmış önemli sanat ve bilim insanlarının büyülü çocukluklarına kapı aralıyor.

ALBERT EİNSTEİN – EVRENİN SIRRINI ÇÖZEN DAHİ

ALBERT EİNSTEİN – EVRENİN SIRRINI ÇÖZEN DAHİ

Evrenin sırrı, çılgın bir dâhinin kabarık saçlarının altında gizli! Bilim dünyasının en büyük dehası Einstein ve onun sınır tanımayan zekâsı, bu büyük sırrı nasıl çözdü? Zamanın ötesinde kalan bu büyük bilim insanının nasıl bir çocukluk geçirdiğini öğrenmek ister misiniz? Bilime, doğaya, uzaya âşık küçük Albert’ın renkli dünyasında heyecanlı bir yolculuğa davetlisiniz. Nasıl Dâhi Oldum? Serisi’nin her bir kitabı, tarihe ismini altın harflerle yazdırmış önemli sanat ve bilim insanlarının büyülü çocukluklarına kapı aralıyor.

KENDİME RAĞMEN KENDİM İÇİN

KENDİME RAĞMEN KENDİM İÇİN

Sevgili okur öncelikli amacım, düşüncelerinin hayatını nasıl değiştirebileceğini anlamanı sağlamak. 

Kendi gücünün sınırlarını keşfetmeye var mısın? Potansiyelini verimli kullanabilmek için neye 

ihtiyacın olduğunu biliyor musun? Gerçek ihtiyaçlarının ne olduğunun farkında mısın?

Hepimizin hayata geliş amacı vardır. Acaba sen, kimlere ne öğretmek için hayattasın?

Zihninde oluşan ve zaman zaman seni kurban psikolojisine sokan düşüncelerinin ana kaynağı nedir?

Evrenle uyum hâlinde yaşamanın kolay yolları hakkında fikrin var mı?

Zihin neden hep olumsuz şeyler düşünmeye daha meyillidir?

Kendine sormaya cesaret edemediğin onlarca sorunun cevabını bu kitapla sana veriyorum.

 

Bediz Saka

  Yaşam Koçu / Aile Danışmanı

HEKİM YOKSA BEN VARIM

HEKİM YOKSA BEN VARIM

“Berra Sertel’in kaleme aldığı bu kitabın arkasında büyük bir emek ve merak var. Kitapta, sorunu bizzat 

yaşayan biri olarak kendi çaresizliğinden yola çıkıp araştırmalarını ve deneyimlerini okuyucularla paylaşıyor ve bütünsel sağlığa değişik bir pencere açıyor.”

 

Prof. Dr. Osman Müftüoğlu

 

Birçok farklı rahatsızlığı tetikleyen histamin, bu yönüyle hiç de hafife alınmaması gereken bir konudur. Tıp çevrelerince de henüz tam olarak keşfedilememesi ve muğlak yapısıyla, sebep olduğu birçok hastalığın kaynağının “psikoloji” olduğunun iddia edilmesine sebebiyet vermektedir. Hâlbuki bütün sistemi etkileyebilecek güçteki bu sağlık sorunu, tanımı konmadıkça kişinin tedavi sürecinden epey uzaklaşmasına neden olmakla birlikte hayati problemlere yol açabilmektedir.

 

Her bünyede farklı reaksiyon gösterebilen histamini tanımak kaliteli ve sağlıklı bir yaşamın anahtarı olabilir. Histamin konusunun çok geniş açıdan ele alındığı bu kitapta, histaminle ilgili birçok soruya cevap bulacak, belki de tanımı konulamayan rahatsızlığınıza farklı bir pencereden bakma fırsatı yakalayacaksınız.

EYLÜL 2 - MAKÛS

EYLÜL 2 - MAKÛS

“Kahretsin! Hiç mi bunu anlayamadın? Benim gözlerime bakarken ne gördün sen?” diye sordu ve öfkeden kor gibi yanan maviliklerine derin bir acı çöktü.

 

Bazı sözler vardır. Derler ki bu sözlerin muhatabı kulaklar değil kalplerdir. Yine derler ki bu sözler, fiziksel acıdan daha fazla yakar canınızı. Doğruydu… Poyraz’ın sözleri ölümcül bir kurşun gibi delip geçmişti kalbimi. Acısını iliklerime kadar hissettirmişti. Onun kendi içindeki yangınını görmek canımı ruhumdan çekip bu hayattan kopartmıştı. Kalbim atmayı bırakmıştı sanki.

Hissettiğim acıyla elimi kalbimin üzerine götürdüm. İlk defa fiziki acı çekiyordum. İlk defa gerçek anlamda kalbim acıyordu.

Gözyaşım yanağımda donup kaldığında, o ise acı ve hayal kırıklığı dolu maviliklerini gözlerimden çekip arkasını döndü, yanımdan uzaklaşmaya başladı.

Benden gidiyordu…

KIZIL KARDELEN 2 – GÜNEŞİN ÂŞIK OLDUĞU KIZ

KIZIL KARDELEN 2 – GÜNEŞİN ÂŞIK OLDUĞU KIZ

“Kış çiçeği, Güneş’e tutuldu. Güneş, Kardelen’e âşık oldu.”

 

O ilk tanışmayı hatırlıyordu Kardelen. O adamın efsanevi Kara Kurt olduğunu anlamıştı ama adına yakışır bir cesaretle ölüme bakakalmıştı. Ölüme hayranlık duymuştu Kardelen… Ölüm onun kendini izlemesine izin vermişti. Sonra yıllar geçmiş, Güneşin Öptüğü Kız ölümle evlenmişti.

 Ölümün karanlığı, güneşin ateşiyle birlik olmuş, koskoca bir alev topuna dönüşmüştü; kalbinde gitgide büyüyen sıcak ve derin bir sızıyla...Ölüm onu öpmüştü. Ölüm onu tatmıştı. 

Ölüm onu kendinin kılmıştı. Ve ölüm kışa çeyrek kala, yine Kardelen’i yakmıştı.

KIZIL KARDELEN 1 – GÜNEŞİN ÖPTÜĞÜ KIZ

KIZIL KARDELEN 1 – GÜNEŞİN ÖPTÜĞÜ KIZ

“Bu kıza Güneşin Öptüğü Kız demekte yerden göğe kadar haklılardı. Güneşin sıcaklığı kadar yakıcı, bir al kardeleninki kadar büyüleyici kokusu vardı.”

 

Ata yurtları Kafkasya’dan Osmanlı İmparatorluğu’nun bağrına göç eden Çerkez kavminin beylerinden birinin asi, erkek kardeşlerinden bile daha savaşçı ruhlu kızı Kardelen; kendini çirkin ve lanetli görse de, babasının gözünde yüzünü peçelerle saklayacak kadar güzeldi.

Babasını öldürdükleri için Çerkez kavmine nefret duyan, acımasız, gaddar ve hayatı sadece savaş meydanlarında geçmiş bir Osmanlı yüzbaşısı olan Kara Bey de, padişahın emriyle Çerkez beyinin kızı Kardelen’i karısı yapmak zorunda kalacak, peçe taktığı için lanetli ve kusurlu olduğuna inandığı bu kızın maskesini düşürecekti.

 

Kızıl Kardelen ile Kara Bey’in zorluklarla dolu aşklarını okurken, aşkın aynı zamanda ölümcül bir savaş olduğunu bir kez daha hissedeceksiniz.

DAĞ BAŞINDA AŞK 2

DAĞ BAŞINDA AŞK 2

“Sen Gamzeli, benim bu hayatta isteyeceğim tek şeysin. 

Hangi gerçek seni benden kopartabilir ki gözlerine yağmur bulutlarını misafir ediyorsun?”

 

Bir dağ aştım, onunla olmak uğruna savaşlar başlattım ve ihanetin diğer yüzüyle çarpıştım. Çok sevmek değildi bu, severken de ölmekti. Çokça öldüm onun uğruna ve onunla olmak uğruna. 

 

Şimdi her şey değişti ve kader yeniden yazıldı. 

Silgiyi elime aldım onunla olmayacağım bütün yolları tek tek yok ettim. Kalemi bana verdi ve ben bizim için yeni bir yol çizdim. Eğer çıkmayacaksa tüm yollarım ona neden savaşıyordum ki onun uğruna?

 

Daha sıkı tuttum kalemi ve o da elimin üstüne elini koydu. Yaralandığı yerden değil yandığı yerden sarıldım ona. Kalbimi varlığıyla dolduran kadındı o. Kurt dedi bana ve Gamzeli dedim ona böyle başladı hikâyemiz. 

 

Peki şimdi bizim hikâyemiz nasıl sona erecek? İyileşir mi bir insanın yaraları aşkla dokunan bir kalbin karşısında?

BUZ KRAL 1 - HEVES

BUZ KRAL 1 - HEVES

Ben Elif…   

Sıradan ve bir o kadar masumane hayatımı sürdürürken, beni bulutların sonsuzluğuna sürükleyen daha önce hiç tatmadığım bir rüzgârla tanıştım: Aşk… İliklerime kadar üşüyeceğimi bilerek benliğimi buzdan bir kalbe teslim ettim. 

 

Ben Dağhan…  

Buzdan imparatorluğumda kendi karanlığıma gömülmüşken avucuma bir ateş düştü: Tutku…  Kalbimin buz tutmuş derinliğinde bir kardelen filizlendi. 

    

Acımasız bir aşk, bu aşka teslim olmuş bir kadın ve sevgiden yoksun bir adamın hikâyesi… 

 

“Keskin kayalıklarını, uçurumlarını, hırçın dalgalarını küçücük bir pencereden görüp iliklerine kadar üşümüş olsa da Elif’in ayakları geri adım atmıyordu. Daha fazlasını istiyordu. Dağhan’ın buzdan kalbi, avuçlarında alev alsın istiyordu.”

BAYTAR HANIM 2 - SAYE

BAYTAR HANIM 2 - SAYE

Kimsesizliğimin verdiği koca boşluğu dolduracak kadar genişti kalbi. Soğukta kalmış, üşüyen bedenimi ısıtacak kadar güzeldi gülüşleri. Tüm duygularımın yanına iliştirdiğim güvensizliğimi bertaraf edecek kadar cesurdu gözleri. Nereden bilebilirdim bir gelincik çiçeğini kalbimin üzerindeki vatan toprağına ektiğimde hasretle sulayacağımı, güneşine engel olmayayım diye gölgemden uzak tutacağımı?

 

“Gitmek hiç bu kadar zor olmamıştı, hiç bu kadar ağır gelmemişti İnci." 

                                                                         

Her şey kendi ayaklarımın üzerinde özgürce durmak istememle başladı. İstedim ki parmağımdaki halka boynumda olmasın. Nereden bilebilirdim özgür olmak isterken aşka esir düşeceğimi? Belki de yaşayarak öğrenmeliydim âşık kalplerin esarete hasret gideceğini.

 

“Bana bu son demiştin. Sözünde dur sevgilim, bu son olsun.”

Yüzbaşı & Sarışın

EINSTEIN’IN BUZDOLABI

EINSTEIN’IN BUZDOLABI

Tarihin tozlu sayfalarındaki en tuhaf hikâyeleri duymaya hazır olun!

 

Kafasız tavuk Mike’tan, tarihin en tuhaf cinayet planına; Amerika’nın ilk ve tek imparatorundan, Boston’daki pekmez seline kadar birçok hikâye tuhaflıkta birbirleriyle yarışıyor.

Yazar Steve Silverman’ın kurucusu olduğu “Lüzumsuz Bilgi” adlı bloğunda yıllardır okuyucularla buluşturduğu ilginç öyküleri, ilk kez bir kitap hâlinde toplanıyor. 

Kemerleri bağlayın!

 

Mizah ve bilimselliğin harmanlandığı Einstein’ın Buzdolabı, sizleri unutulmaz bir yolculuğa çıkarıyor. Peki Einstein’ın icat ettiği buzdolabına ne oldu?

ÖLÜ KENT 2 - RHEA

ÖLÜ KENT 2 - RHEA

Bir insanı yürekten sevmek, onun için hata yapmayı göze almaktan mı geçerdi? Benim hatam, ellerimden kayan hayatım için verdiğim çaba mıydı yoksa kim olduğunu bile bilmediğim bir insanla ardıma bakmadan kaçmam mı? Bu sefer karanlık kuyuya atılan hangi taraftı? 

 

Ellerime aldığım gücün hiddetiyle yakacaktım ÖLÜ KENT’i. Benim cehennemim, Zebanilerin de sonuna mal olacaktı. Peki ya aşk? Başından beri hesap edemediğim o duygu seline ne olacaktı?

Tanrı’nın unuttuğu sokakta cirit atan ölümsüzlere kim hükmedecekti?

ÖLÜ KENT 1

ÖLÜ KENT 1

Ben Efnan Zahredar.

Kendimi ailemin biricik kızı, okulumun örnek öğrencisi, dostlarımın sığınağı sanırken yaşadığım her şeyin gittikçe çirkinleşen bir yalan olduğunu anladığımda artık çok geçti…

 

Atıldığım karanlık kuyuda uzattığım ellerimi tutan adamın ellerine tutsak kaldım. Onun cehenneminde yanarken günahlarla kutsandım. Cennet beni kabul etmeyi bırakalı çok oldu. Cehennem ise efendisine sunabileceği en büyük hediye olarak beni kutsadı.

 

ÖLÜ KENT benim cehennemim oldu.

KANADINI İYİLEŞTİRDİĞİNİZ HER KUŞ BİR GÜN UÇAR GİDER

KANADINI İYİLEŞTİRDİĞİNİZ HER KUŞ BİR GÜN UÇAR GİDER

Neden bu kadar sert yazdığımı soruyorlar; 

çünkü zarif cümlelerin üstüne basıp ezerek geçiyor insanlar...

7 ZEYTİN 1 İNCİR

7 ZEYTİN 1 İNCİR

“Tüm meyve ve sebzelerin içine saklanmış çekirdeklerde bir hayat, o hayatın içinde saklanmış sırlar ve 

şifreler gizlidir. İşte biz o şifreleri çözdük.”

 

Derler ki, cennette iki ağaç vardır; “İncir ve zeytin.” İncir “Gerçek Ağacı”, zeytin ise “Hayat Ağacı”dır.

 

Ölümsüzlüğü köklerinde gizleyen zeytin ve yapraklarının diriliğiyle yaşamı sembolize eden incir… Meyvesinden çekirdeğine, kökünden yaprağına kadar pek çok sırrı içinde gizleyen bu iki ağacın insan biyolojisine etkileri, hem kutsal kitaplara hem de mitolojiye konu olmuştur. Tin Suresi’nde yaşam ve ölümü temsil eden bu iki besin üzerine yemin verilmiş ve Kur’an-ı Kerim’de yedi adet zeytin ve bir adet incir ifadesi yer almıştır. Modern dünyanın sağlık dalındaki bilimsel çalışmaları, incir ve zeytin birleşiminden doğan mucizeye şahit olmaktadır. 

 

Peki tarihin her döneminde özellikle tıp biliminde kullanılan, efsanelere konu olan, tüm kutsal kitaplarda adı geçen zeytin ve incirin birleşiminden doğan bu mucizenin faydaları nelerdir? Yalnızca zeytinde olduğu bilinen ve insan bedeninde 40 yaşından sonra salgılanması azalan Almithalonidz adlı etkin maddenin, bilimsel araştırmalar sonucunda ancak incirle birleştiğinde etkili olduğu sonucuna varılmıştır. “7 zeytin 1 incir” oranında kullanımın ise en iyi sonucu verdiği kanıtlanmıştır. Yaşlanmayı yavaşlatmasının yanı sıra kandaki kolesterolü düşürmesi, metabolizmayı hızlandırması, kalp sağlığına olumlu etkisi ve zekâ gelişimine katkı sağlaması gibi birçok bilimsel kanıt sunmaktadır.

GENÇ WERTHER’İN ACILARI

GENÇ WERTHER’İN ACILARI

Genç Werther'in Acıları, Werther adındaki üst sınıftan, eğitimli ve zeki bir ressamın çalışmalarını sürdürmek için gittiği kentte, soylu bir ailenin güzel kızı Lotte ile intiharına kadar kurmuş olduğu ızdırap dolu münasebetini konu alır.

 

Lotte kayıtsız değildir Werther’in aşkına ama ne var ki nişanlıdır ve verilen sözler, ahlakî değerler önemlidir. Artık evli olan Lotte’nin yanında bir aile dostu olarak yer almaya devam edecektir genç adam. Aşk ve dostluk arasındaki sınırı geçmekten korkan Lotte’nin bir daha görüşmemeleri gerektiğini bildirmesiyle dünyası başına yıkılacaktır.

Werther'in bu acıya dayanması ise imkânsızdır.

 

Genç Werther'in Acıları, Johann Wolfgang von Goethe tarafından 1774 yılında iki haftada yazılmış mektup romandır. Goethe, bu romanı yazdığında henüz 25 yaşındaydı. Romanın piyasaya çıkmasının ardından hem pek çok intihar vakası ile karşılaşılmış, hem de Almanya sokakları bir "Werther salgınına" uğrayarak, ortalığı mavi ceket, sarı pantolon giyen duygulu gençler istila etmiştir. Kendi hayatından izler taşıyan Goethe'nin Werther'i, toplumsal zorunluluk ve bireysel tutkuların arasındaki ilişkiyi çok açık biçimde gösteren dünya edebiyatının öncü eserlerindendir.

BİR İDAM MAHKÛMUNUN SON GÜNÜ

BİR İDAM MAHKÛMUNUN SON GÜNÜ

Devrimlerle kralların ve tanrıların indirildiği tarih sahnesinden, artık celladı da alaşağı etmek adına yazılmış bir kitap. İdam cezasının kaldırılması uğruna bir ağıt.

Hayatının beş yılını darbe ile başa gelen Louis Bonaparte’ye karşı çıktığı için sürgünde geçiren Victor Hugo’nun Sefiller’inin adım adım ayak seslerini duyacağınız bir başkaldırı güncesi, bir başyapıt.

 

“Hey, size sesleniyorum! Bu sayfalar size yanıldığınızı söyleyecek. Belki bir gün yayımlanırlarsa, aklın çektiği acı üzerine kendi aklınız da birkaç dakikalığına duracak. Çünkü asla şüphe etmediğiniz, üzerinde hiç düşünmediğiniz şeyleri anlatacak burada yazılanlar. Acı çektirmeden can aldığınızı, zafer kazandığınızı sanıyorsunuz, öyle mi? Asıl mesele burada işte! Ruhumun çektiği acının yanında, sizin bedensel acınızın değeri ne? Yasalarınız korku dolu. Hepsi dehşet ve af dileme üzerine kurulu. Ama bir gün gelecek, bir sefilin en son sırları olan bu anılar sizin bütün yasalarınızı silip süpürecek!”

HAYVAN ÇİFTLİĞİ

HAYVAN ÇİFTLİĞİ

Bir çiftliğin ezilen hayvanları, insanların onlara uyguladıkları zulme karşı çıkarak bir isyan çıkarırlar ve çiftlik sahibi Mr. Jones’u devirip yönetimini ele geçirirler. Çiftliğe özgürlük ve eşitlik temelli yeni bir düzen getirirler, fakat aralarından bir grup seçkin, Napolyon ve Kartopu isimli iki domuzun öncülüğünde yavaş yavaş kontrolü ele alır. Eşitlik ve kardeşlik düşüncesiyle yola çıkan hayvanların ideallerine, tüm gücü kendinde toplayan liderleri tarafından ihanet edilir. Eskiden yaşadıkları zulüm ve yoksunluğu tekrar yaşayan hayvanlar baskıcı rejim altında ezilmeye devam ederken otorite sahipleri değişse de otoritenin değişmediğini göreceklerdir.

 

George Orwell, gerek yazdığı kitaplar ve denemeler, gerekse kişiliği, ideolojisi ve eylemleriyle 20. yüzyıla damga vuran İngiliz edebiyatının öncü isimlerindendir. Eserlerinde yer alan netlik, zekâ, toplumsal adaletsizliğe karşı farkındalık ve totalitarizme karşı duruşu onun imzası niteliğindedir. Orwell'ın mecazî bir dille kaleme aldığı, fabl tarzındaki Hayvan Çiftliği, siyasi hiciv geleneğinin ve distopyanın çağımızdaki en iyi örneklerindendir.

1984

1984

“SAVAŞ BARIŞTIR. ÖZGÜRLÜK KÖLELİKTİR. CAHİLLİK GÜÇTÜR.”

 

Teknolojinin son derece geliştiği ve bu teknolojiyle herkesin kontrol altında tutulduğu bir dünya... Okyanusya topraklarında baskıcı rejimin kontrolünde olan halk, çok katı kuralları olan bir parti ve partinin lideri Büyük Birader… Halk tele-ekranlar aracılığıyla parti tarafından izlenir ve halkın her şeyi kontrol edilir, kişisel düşünceleri bile. Korku, propaganda ve beyin yıkama ile halk ve hayat manipüle edilir.

 

George Orwell’ın başyapıtlarından Bin Dokuz Yüz Seksen Dört 20. yüzyılın en popüler distopik romanlarındandır. Yazıldığı dönemden günümüze güncelliğini hiç kaybetmeyen etkileyici, düşündürücü ve sınırları zorlayıcı eser âdeta geçmiş ve geleceğin yankılanan ayak sesidir.

 

George Orwell, gerek yazdığı kitaplar ve denemeler, gerekse kişiliği, ideolojisi ve eylemleriyle 20. yüzyıla damga vuran İngiliz edebiyatının öncü isimlerindendir. Eserlerinde yer alan netlik, zekâ, toplumsal adaletsizliğe karşı farkındalık ve totalitarizme karşı duruşu onun imzası niteliğindedir.

İVAN İLYİÇ'İN ÖLÜMÜ

İVAN İLYİÇ'İN ÖLÜMÜ

Yüksek rütbeli yargıç İvan İlyiç için hayatındaki her şey olması gerektiği gibidir. Serveti yerindedir, toplum tarafından saygı duyulur ve en önemlisi çevresindeki olayları kontrol edebilme yeteneği hâlâ daha kendisindedir. Fakat bir gün İvan İlyiç, hayat yolculuğunda baş edemeyeceği bir arkadaşla tanışır: Ölüm. Bu andan itibaren kurulu olan bu düzen birdenbire altüst olur.

 

Amansız bir hastalığa yakalandığını öğrenen İvan İlyiç için hayat artık kontrol edemeyeceği, servetinin değersiz olduğu, şöhretinin geçersiz sayıldığı ve gün geçtikçe daha karamsar sabahlara uyandığı bir hâle bürünür.

 

Tolstoy’un din değişikliğinden kısa bir süre sonra yazdığı İvan İlyiç’in Ölümü geç dönem kurguları arasında başyapıt olarak görülmektedir. Tolstoy, bu eserinde insanın ölümle yüzleşmesini, ölüme yolculuk yaparken hissedilen çaresizliği ve geride kalan “canlı cesetlerin” bencilliğini vurgulayarak okura aktarmaktadır.

KREUTZER SONAT

KREUTZER SONAT

Beethoven'ın Kreutzersonate isimle piyano-keman bestesinden adını alan Kreutzer Sonat, hem yayımlandığı dönemde Rusya’da hem de diğer yıllar içinde yayımlandığı farklı ülkelerde çeşitli yollardan sansüre uğrar. Tolstoy’un en çok tepki alan eserlerinden biri olurken aynı zamanda yazarın kiliseden aforoz edilme sürecini başlatan adımlardan biri hâline gelir.

 

Ana karakter Pozdnişev, bir tren yolculuğunda karşılaştığı insanlara kendi evlilik hayatını, kıskançlık krizlerini, korkularını ve geçmişindeki karanlık düşünceleri aktarır. Pozdnişev’in anlatımında ve dinleyicilerin verdiği tepkilerde Rus toplumunun kadın-erkek ilişkisine, evliliğe bakış açısına ve ahlakî değer yargılarına ağır eleştiriler gönderilir.

 

Tolstoy’un derin bir bunalımın içindeyken kaleme aldığı Kreutzer Sonat’ın yazarın tiyatrocu bir arkadaşından ilham alarak yazılmış olduğu düşünülmektedir.

 

İTİRAFLARIM

İTİRAFLARIM

İtiraflarım, Tolstoy’un uzun yıllar boyunca düşüncelerini işgal eden içsel arayış neticesinde ortaya konulmuş bir eserdir. Dünya edebiyatına büyük başyapıtlar bırakan yazar, bu eserinde edebî derinlikten ziyade sorgulayıcı bir gerçeklikle karşımıza çıkar.

 

Felsefeyi, dinî düşünceyi, ahlaki değerleri ve hayatı derinlemesine irdeleyen Tolstoy, bu eserini kaleme aldığı dönemde aynı derinlikte ruhsal bir krizin içinde bulunmaktadır.  Bu bunalımla birlikte kendi varlığını sorgular ve hayatla ölüm arasındaki ilişkiden bilimle din gerçekliğine doğru tarafsız bir şekilde yol alır.

 

İlk olarak 1882’de bir dergide yayımlanmak istenen İtiraflarım, Doğu Ortodoks Kilisesi tarafından sansüre uğramıştır. Bu nedenle eserin ilk baskısı 1884 yılında Cenevre’de yapılmıştır. İlk tam Rus baskısı ise ancak 1906’da yayımlanabilmiştir.

ÇOCUKLUĞUM

ÇOCUKLUĞUM

Çocukluğum, Tolstoy’un yayımlanan ilk eseri olmasına rağmen çarpıcı dili, karakter derinliği ve yalın konusuyla yazarın edebî dünyada kabul görmesine yol açan bir başyapıt hâline gelmiştir.  Yarı otobiyografik roman olan bu eserde Tolstoy’un çocukluğundan ve çevresindeki insanlardan derin izler okura aktarılmaktadır. 10 yaşındaki Nikolay’ın çocukluk dünyası, hayal gücü, duygu ve düşünceleri aslında Tolstoy’un kendi çocukluk dönemini takip ederek çizilmiş bir yol haritasıdır. Ebeveyn-çocuk ilişkisini, çocukluğun masum tarafını ve duyguları keşfetme macerasını konu alan Çocukluğum, aynı zamanda yazıldığı dönemin gerçekliğini ve sorunlarını da gözler önüne sermektedir.

 

Tolstoy, bu eseriyle hem kendi geçmişine vurgu yapmıştır hem de geleceğe seslenerek nesiller boyunca miras bırakacağı büyük eserlerinin temel adımını atmıştır.

PALTO

PALTO

Gogol’ün gözlem ve ince ironi yeteneğini had safhada öne çıkaran Palto isimli eseri hayatında işinden başka hiçbir uğraşı olmadan yaşayan sıradan bir memur olan Akaki Akakiyeviç’in mücadelesini konu edinir.

 

Rusya’nın çetin kış günlerinde eskimiş paltosu ne “küçük adam”ı soğuktan koruyabiliyordur ne de Akaki’nin yeni bir palto alacak gücü vardır. Canhıraş bir uğraşla parayı denkleştirdiğinde ise kendisi ve paltosunun başına geleceklerden habersizdir.

 

Yoksulluk ve makama bağlılık, Akaki Akakiyeviç titizliğiyle birleşince zorlu doğa koşulları gibi soğuk olan uzaklık ve içe dönük sorgularla teslim alıyor herkesi.

 

Dostoyevski’nin “Hepimiz Gogol’ün Palto’sundan çıktık!” dediği, Nikolay Vasilyeviç Gogol’ün hiciv dolu yaklaşımıyla kaleme aldığı bu uzun öykü, yalnızca Rus edebiyatının değil dünya edebiyatının da öncülerindendir. Palto ve Roma’yı özenli edisyon ve çevirisi ile siz okurlarımıza sunuyoruz.

NEVA BULVARI

NEVA BULVARI

Görünen tüm güzelliklerin, bizi içine çeken hayal ötesi yanı vardır her zaman. Aşk, tutku ve sıradanlık, rütbe-makam tanımadan çıkıverir karşımıza ve bizi alır götürür. Tıpkı ölüme sürüklenen genç Piskarev gibi. Neva Bulvarı, Petersburg’un her cenahı kendinden menkul, eşsiz karmaşasıdır. Tüm sefalet ve ihtişam oradan geçip gider, hayata karışır. Genç subay ve ressam arkadaşların aşkları üzerinden Çarlık Rusyası’nın sosyal çatışmalarını okura gösteren, yaşatan Gogol, Nabokov’un söylediği tuhaflıkla dehasını gözler öne seriyor.

 

Nikolay Vasilyeviç Gogol’ün hafızalarda en çok yer etmiş, hicivli kurgusu olan Burun, dokuzuncu dereceden memur Kovalyev, burnu yüzünü terk edip kendi hayatını yaşamaya başladığında artık saygınlığı olmayan, sade bir memur olduğunu düşünmüştür. Çünkü burnu Petersburg sokaklarında saygın bir memur kisvesinde çoktan gezinmektedir.

 

Bize ait olan bizimdir. Bizim olmayan zaten çekip gidecektir. Binbaşı Kovalyev, kaybettiği onurunu ve toplumsal yer edinim mücadelesini aslında hırsıyla kaybettiğinin farkında değildir.

Askerî birliklerin kasabaya gelmesiyle her yer şenlenmiştir. Rusya burjuvazisi akşam yemeklerinden ve eğlencelerden çıkmamaktadır. Bu yemeklerden birinin en gözde konusu arabalar ve pek tabii faytonlardır. Sosyal sınıflar arasındaki derin uçurumu tüm çıplaklığı ve ironikliğiyle mühim bir figür üzerinden anlatır Gogol; dile dolanmış bir Fayton.

BİR DELİNİN HATIRA DEFTERİ

BİR DELİNİN HATIRA DEFTERİ

Küçük adamlar büyük makam ve rütbe tutkusunun bedelini, ruh sağlığını kaybederek ödemektedir.

 

Nikolay Vasilyeviç Gogol Rusya’nın çürümüş bürokrasisini, gerçekçi kalemiyle küçük adamlar üzerinden anlatmaktadır. Bir Delinin Hatıra Defteri’nde orta hâlli bir memurun âşık olduğu kadın tarafından fark edilmeyi arzularken günden güne delirip kendini İspanya Kralı ilan etmesine kadar süreci anlatırken Portre’de ise yoksulluk içinde yaşayan yetenekli ressam Chartkov’un bir dükkândan satın aldığı gizemli portreden sonra önüne sunulan iki yoldan birini seçerken yaşadığı tereddütü anlatmaktadır.

 

Gogol ile birlikte Rus edebiyatı, Batı etkisinden kurtulmuş, kendi kimliğini kazanmaya başlamıştır. Gerçekçi fakat bir o kadar da fantastik karakterler dönemin Rusya’sının ta kendisidir.

Hikâyelerinde günlük hayatı ve bayağı kişilikleri, zaman zaman mizahî zaman zaman öfkeye varan bir şekilde yeren Gogol’ün kahramanları “Bir Delinin Hatıra Defteri”nden fırlamış gibidir, anlatıcılar tüm hayret edici “Portre”leriyle okura özenli çeviri ve edisyonu ile takdim edilmiştir.

VİŞNE BAHÇESİ

VİŞNE BAHÇESİ

Derebeylerin çöküşe geçtiği, burjuvazinin yükselişe geçtiği dönemde, zevküsefa içerisinde yaşayan Madam Ranevskaya ve kızının, gösterişli hayatları uğruna kaybettikleri Vişne Bahçesi… Yitirilen bahçe ile birlikte ayrı düşülen çocukluk anıları…

 

Çehov, Vişne Bahçesi isimli yapıtında dönemin dönüşümlerini kabullenememiş aristokrat bir ailenin hazin hikâyesini titizlikle, dokunaklı biçimde anlatmaktadır. Rusya'nın tarihini, basit bir hikâye görünümünde, sıradan insanların hayatlarına yansıtan usta yazar aynı zamanda genel kanının aksine, Vişne Bahçesi'ni dramdan ziyade komedi hatta yer yer fars olarak tanımlamıştır. Çehov’un karakterleri trajik bir sesle şöyle seslenir okurlara:

 

“Bu evi sonsuza kadar bırakırken susabilir miyim, tutabilir miyim kendimi, veda duygularımı dile getirmeden; şu anda, ruhumu ve tüm benliğimi dolduran...”

VANYA DAYI

VANYA DAYI

Umutsuz, amaçsız, hayal kırıklığı ile dolu hayatlara adanmış Vanya Dayı, Çehov’un 1889 yılında yazdığı bir oyundan dönüştürülmüştür. Karamsar atmosferi paylaşan atalet dolu karakterlerle bezeli bu hikâyede pişmanlık ve sıkıntılı ruh hâli anlatı boyunca mücadele edilen başat duygu durumlarıdır. Karakterler kendilerince hayat mücadelesini kaybetmiştir, fakat tüm bu canhıraş uğraşın sebebi gizini korumaktadır. Çehov, alışık olduğumuz kahramanlaştırmadan kaçarken Çarlık Rusyası’nın içerisinde bulunduğu histerik atmosferi de okuyucunun gözleri önüne sermiştir.

 

“Yaşamaktan başka elimizden gelen ne var ki? Yaşayacağız, Vanya dayı! Uzun günler, akşamlar geçireceğiz. Kaderin, alnımıza yazmış olduğu bütün imtihanlara, sabırla dayanacağız… Dinleneceğiz!.. Melekleri dinleyeceğiz, elmasla kaplı gökyüzünü göreceğiz. Tüm dünyevi kötülüklerin, tüm acılarımızın, bütün dünyayı dolduracak olan merhametin içinde boğulduğunu göreceğiz ve hayatımız dingin, yumuşak, hoş olacak; inanıyorum, inanıyorum buna…”

ÜÇ YIL

ÜÇ YIL

Rus edebiyatının kült eserlerinden biri olan Üç Yıl adlı eserinde Çehov evlilik kurumuna dair derin bir sorgulamaya girişir. Aşka dair ümitvâr bir tavrın hüküm sürdüğü novellada, hayat yolculuğunda paylaşılan acıların, sevinçlerin ve yaşantıların ilişkiler üzerindeki etkileri ve bireylerin ulaştığı güvenilir sevgiler akıcı bir dille anlatılmıştır. Genç Yuliya ve tüccar eşinin hikâyesi aynı zamanda okuyucuyu devrim öncesi Moskova sokaklarına götürmekte, döneminin psikolojik tahlilini büyük bir titizlikle sunmaktadır.

 

“Üzerinden pek zaman geçmeyen ve kendisinin de katıldığı uzun Moskova muhabbetlerini -sevgisiz yaşanılabileceğine, tutkulu bir aşkın aslında psikoz olduğuna, nihayetinde sevgi diye bir şeyin olmadığına, sadece karşı cinsiyetlerin birbirine karşı çekimleri olduğuna dair muhabbetler ve buna benzer şeyler- hatırlıyordu. Hatırlıyor ve üzülerek, eğer şimdi ona sevginin ne olduğunu sorsalar ne cevap vereceğini bulamayacağını düşünüyordu.”

ÜÇ KIZ KARDEŞ

ÜÇ KIZ KARDEŞ

Üç Kız Kardeş isimli oyununda aristokrasinin artık hükümranlığını yitirmeye başladığı 20. yüzyılın başlarını konu edinen Çehov, Maşa, İrina ve Olga isimli taşrada yaşayan ve zarafet dolu düşlerle Moskova’ya gitmeyi hayal eden üç kız kardeşin trajik ve hayatın gerçek dinamikleriyle temelden çelişen hikâyesini okuyucuya anlatıyor. Andrey’in ağzından taşra sıkıntısını ve Moskova hayallerini şöyle aksettirir Çehov:

“Moskova'da koskoca bir restorana gidip oturduğunda kimse tanımaz görmez seni. Kendini el gibi sanmazsın en azından. Ama burası gibi küçük yerlerde bunu yapamazsın işte. Herkes tanır seni... Yabancısındır... Yalnızsındır hem de yapayalnızsındır...”

 

Modern tiyatronun önemli dönüm noktalarından biri olan Üç Kız Kardeş, şunu söylüyor:

“Dünyadaki her şeyin ağır aksak da olsa değişime uğraması kaçınılmazdır.”

MARTI

MARTI

Durum hikâyesinin kurucusu sayılan Anton Çehov’un, tiyatro edebiyatının da en önemli temsilcilerinden biri hâline gelmesi,iyi bir gözlemci olmasından ve belki de yaşadığı dönemin güçlüklerini gerçekçi bakış açısıyla yakalayabilmesinden ileri gelir.

 

Eserlerinde genellikle toplumsal konuların üzerine eğilen Çehov,

bu sanat eserinde, aslında hayat sahnesinden kesitler de sunar. Tiyatroda yenilik arayışına giren karakterin aykırı görünümü, dolayısıyla anlaşılmazlığı, yalnızlığı, hayal kırıklığı yaşamın ta kendisi gibidir. Sahnenin, güneşin batmasıyla başlaması bile bu yalnızlık ve çekimserlik hissinin en başat ögelerinden sayılabileceği gibi insanın iç dünyasındaki çelişkileri de açıklar.

 

Martı, hayatın türlü açmazlarını bir arada işleyerek âdeta toplumun bir kesimine sahne üzerinde ışık tutar.

Bu keyfiyet, karakterlerin kolayca içselleştirilmesini sağlamakla beraber esere duygu yoğunluğu yüksek bir hava katar. Çoğu zaman düşündürücü diyaloglar etrafında şekillenen ve

herkesin farklı karakteristik sergilediği eserde, insana dair ne varsa Çehov’un duygu yüklü kaleminde kendine yer bulur: hırs, tutku, özlem, korku, kıskançlık, umut, öfke, sevinç ve tabii ki aşk…

BOZKIR

BOZKIR

Çehov’un Bozkır isimli anlatısı Ukrayna bozkırlarına uzanan bir yolculuk hikâyesidir. Küçük yaşta annesinden ayrılarak dayısıyla uzun bir yolculuğa çıkan 9 yaşındaki Yegoruşka, ilk kez kendisini yaşayan, capcanlı bir dünyanın içerisinde bulur.

Genç Yegoruşka’nın gözünden Rus toplumunun farklı katmanları, toplumun 9 yaşındaki bir çocuk üzerinde bıraktığı etkilenimler, duygular, izlenimler hepsi ustaca, büyük bir gerçeklikle, âdeta ayna tutarcasına anlatılmıştır. Anlatının ismi kulağa oldukça yavan gelse de Çehov şairane üslubuyla kalemini korumuş, Bozkır’ı ana karakterlerden biri hâline getirmiştir. Doğa ve insan birlikteliği, yanı sıra çatışmasını merak eden okurlar için başlıca yapıtlardan biri: Bozkır.

 

“Güneş ortalıktan çekilir çekilmez gündüzün eziyetlerinin ve boğucu sıcağın çektirdiklerinin yerini, çevreyi kaplayan ince bir sis, geniş göğsüyle engin bozkırı içine çeken bir ortam alır. Karanlıkta darmadağın olmuş, göze görünmeyen otlar arasından gündüzün işitilmeyen şen şakrak ve gür sesli bir şamata yükselir. Çıtırtılar, ıslıklar, cırıltılar arasında bozkırın kendine özgü basları, tenorları, sopranoları birbirine karışır; akışına kendinizi kaptırıp iyi şeyle anımsayacağınız, hüzünlenip duygulanacağınız kesintisiz, tekdüze bir senfoni oluşur.”

ALTINCI KOĞUŞ

ALTINCI KOĞUŞ

Çehov’un Altıncı Koğuş isimli novellasının odak noktası İvan Dimitriç ve Doktor Andrey Yefimiç arasında geçen ve bütün anlatıyı kuşatan felsefi temelli diyaloglar, sorgulamalardır. Sorgulamaların tetikleyici karakteri İvan Dimitriç, bir taşra kasabasında kapatıldığı akıl hastanesinde kurtulamadıkları adaletsizliğe, yaşam koşullarının gün geçtikçe daha da kötü olmasına isyan ederken ve hatta bir çıkış yolu arıyorken, Doktor Andrey Yefimiç tüm bu protest tavrı görmezden gelmektedir.

Ta ki kendisi de delilik zincirine vurulana değin…

Çehov, döneminin aydının ülkede yaşanan politik ve sosyal meselelere karşı sınırlı duruşunu delilik olarak addetmiş, üslubunun incelikleriyle okuyucusunu her defasında

6 numaralı koğuşa kapatmıştır, Lenin’i bile...

 

“Ne yapacağınızı mı soruyorsunuz? Sizin için en iyi şey, buradan kaçmak. Ama maalesef ki bu, faydasız olacaktır. Sizi mutlaka yakalarlar. Bir toplum kendini suçlulardan, akıl hastalarından ve onları rahatsız eden kişilerden korumaya çalıştığında, durdurulamaz hâle gelir. Bu durumda size, yapacak tek bir şey kalır: Burada kalmanızın gerekli olduğu düşüncesiyle sakinleşmek.”